İslam kaynaklarından öğrenmekteyiz ki hicretin vuku bulduğu yıla gelinceye kadar (miladi 622) Müslümanlar için "tarih başlangıcı" diye bir şey söz konusu olmamıştır. Çünkü Muhammed, kendisini "peygamber" ilan ettiği tarihten Medine'ye göç edeceği tarihe kadar, yani on ya da on üç yıl boyunca, böyle bir ihtiyacı karşılama gereğini duymamıştır. Fakat karısı Hatice'nin ve kendisine babalık eden Ebu Talib'in ölümleri üzerine korumasız kalıp da Medine'ye geçmenin birçok bakımdan yararlı olacağını hesaplayınca, taraftarlarını da beraberinde sürükleyebilmek için "hicret" işini, Tanrı buyruklarıyla, dinsel görev şekline sokmuştur. Bu buyruklar arasında hicret edenlerin Tanrı tarafından mükafatlandırılacaklarına, ırmaklar akan cennetlere konulacaklarına, ganimet mallarından yararlandırılacaklarına, maddi yardım ve bağışlara kavuşturulacaklarına dair olanlar vardır. Örneğin:
"Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resul'ü uğrunda hicret ederek evinden çıkar ve sonra da kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Allah'a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir" (Nisa Suresi, ayet 97, 100).
"Allah'ın verdiği hu ganifnet malları... Allah'ın dinine ve Peygamberi'ne yardım eden muhacir (hicret etmiş) fakirlerindir) işte doğru olan bunlardır" (Haşr Suresi, ayet 8, 9; ayrıca Âli İmran Suresi, ayet 195; Nur Suresi, ayet 22; Enfal Suresi, ayet 72).
İşte bundan dolayıdır ki Müslümanlar, hicret sonrası itibariyle günlük işlerinde, "hicret" olayını bir başlangıç saymışlar ve örneğin "Resulallah'ın kudümünden şu kadar ay sonra" (yani Muhammed'in Medine'ye ayak basmasından sonra) diye "Hicri" tarih kullanmaya başlamışlardır.1 Fakat Muhammed'in ölümünden sonra bu uygulamadan vazgeçilmiştir. Ebu Bekir'in hilafeti boyunca ve hatta Ömer'in hilafetinin ilk dört yılına gelinceye kadar bu usule başvurulmamıştır. Ancak Ömer bunun bir ihtiyaç olduğunu fark ederek bir gün Ashab'ı toplamış ve Ali'nin teklifi gereğince "Hicret" itibariyle "Muharrem" ayını Müslümanlar için "tarih başlangıcı" olarak kabul etmiştir.2 Güya Tanrı gökleri ve yeri yarattığı zaman Ay'ın hareketini öylesine ayarlamıştır ki ay sistemine göre bir yılda on iki ay oluşmuştur.
Yıl hesabına gelince, bu iş "Kameri ay" hesabına bağlanmıştır, çünkü İslam kaynaklarının bildirmesine göre Muhammed, ölümünden az önce, Arapların eskiden beri zaten alışık oldukları "Arabi takvim" sistemini uygun görmüştür. Tevbe Suresi'ne koyduğu ayetle yılın on iki aydan ibaret olduğunu belirtirken (K. 9, Tevbe Suresi, ayet 36)3 ve Kur'an'ın Bakara Suresi'ne:
1 Bu konuda Hafız İbni Asakir'in Dimeşk Tarihi adlı yapıtından alınma açıklamalar için bkz. Sahihi..., c.X, s.121,
2 Bu vesile ile bazı kimseler Muhammed'in ölüm tarihini, bazıları da peygamberliğini ilan edişini tarih başlangıcı olarak teklif etmişler fakat Ali'nin teklifi benimsenmiştir. Bununla beraber "ay" tayini işinde anlaşamamışlardır; kimisi "Receb" ayının, kimisi de "Ramazan" ayının yılbaşı olarak kabulünü istemiş, fakat yine Ali'nin teklifi gereğince "Muharrem" ayı seçilmiştir. Bu konuda bkz. Sahihi...,
c.X,s.!21.
3 "Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup..." (Tevbe Suresi, ayet 36).
"Sana yeni (doğan) aylan sorarlar; de ki: 'Bunlar insanların (faydası) için, haccın ifası için vakit ölçekleridir'..." (K. 2, Bakara Suresi, ayet 189)
ayet yerleştirmiş, böylece Arabi takvim sistemine bağlılığım, yani yılı, aya göre hesapladığını ortaya vurmuştur.4
"Arabi takvim" sistemi denen şey, Ay'ın dolanımına (seyrine) göre hesaplanmış olup bilimsel nitelikten uzak bir sistemdir. Çünkü Evren (Kainat), güneş sistemine göre hareket ettiği için yıl hesabını, Ay'ın dolanımına göre değil fakat dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne göre yapmak gerekir. Eğer kameri (ay) sistemi esas alınacak olursa, yıl on bir gün kısa kalır. Bundan dolayıdır ki İslam ülkelerinde dini bayramlar ya da günler (örneğin Ramazan) her yıl değişik günlere rastlar. Eğer güneş yılı hesabı öngörülmüş olsaydı böyle bir karışıklık söz konusu olmayacaktı.5
Yine tekrar edelim ki Arapların İslamdan önceki dönemler itibariyle uyguladıkları "Kameri takvim" sisteminde zaman birimi, dünyamızın uydusu olan ayın doğması ve kaybolması olayına oturtulmuştur. Başka bir deyimle Muhammed'in benimsediği bu eski Arap takvimi, ayın dünya yörüngesindeki dolanımına bağlıdır. Oysa ki kökeni eski Roma zamanına inen ve 16. yüzyılda Papa XIII. Gregoire tarafından son şekline eriştirilen "Gregoryen" takvim sistemi, dünyamızın güneş yörüngesindeki dolanımına bağlı olarak hesaplanır, ki bilimsel nitelikte sayılır. Bu sistemde hata oranı, her 4 000 yıl itibariyle bir güne indirilmiştir.6 Bundan dolayıdır ki Arap kaynaklı "Kameri takvim sistemi" ile Roma kaynaklı "Gregoiyen takvim sistemi" birbirlerinden farklı sonuçlar doğurur: Şu bakımdan
4 Bu konuda bkz. Turan Dursun, Kur'an Ansiklopedisi, c.3, s.76 vd.
5 Bu konuda bkz. Nöldeke, Sketches F rom Estern History, Transl. by J.S. Black, Beirut, Khayats 1963, s.70.
6 Eski Roma döneminde Romulus bir yılı 300 gün ve on ay olarak hesaplamış, daha sonra buna iki daha eklenmiş, fakat Jules Sezar zamanında yeniden ıslah edilmiş fakat hata oranı yine de her 900 yıl itibariyle 7 gün olarak kalmıştır. XVI. yüzyılda Papa XIII. Gergopir tarafından yapılan değişiklikten sonra hata oranı her 4 000 yılda bir güne indirilmiştir.
ki, Arap takvim sistemine dayalı yıl hesabı, bilimsel (Gregoryen) takvim sistemine dayalı olan takvim sistemine nazaran her yıl on gün fark arz eder, çünkü dünyanın güneş yörüngesindeki dolanımı 365 günden oluşur. Oysa ki ayın dünya yörüngesindeki dolanımı, bir yılın on ikide birinden eksiktir. Öylesine ki Arap takvim sistemine göre on iki ayın toplamı 354 gün tutar. Bundan dolayıdır ki Arap takvimine göre hesaplanan yıl, bilimsel takvime göre hesaplanandan 11 gün eksiktir. Sonuç şudur ki Arabi aylar, bilimsel takvim aylarına göre her yıl 11 gün erken başlamaktadır. Bu yüzdendir ki bu sistemi uygulayan Müslüman ülkelerde belli olayların başlangıç tarihi, her yıl itibariyle değişik tarihlere düşer. Örneğin Ramazan ayı, hilalin görünmesine bağlı olarak saptandığı için Ramazan'ın başlangıcı her Müslüman ülke itibariyle farklı tarihlere rastlar. Daha doğrusu Ramazan ayı, her 33 yıl süre itibariyle bahara, yaza, güze ve kışa rastlayacak şekilde değişir; tıpkı Kandil ve Bayram aylarının da zaman içinde her yıl değiştiği gibi.
İlginç olan şudur ki hilalin görünmesinde bir kutsallık bulunduğu sanıldığından hangi Müslüman ülkede hilal daha önce görünürse, orada Ramazan ayı (ya da bayramlar) daha erken başlamış olur. Bundan dolayıdır ki Müslüman ülkeler arasında ibadetin başlamasında biçimsel beraberlik yoktur. Bununla birlikte durum, 1978 yılında toplanan İslam Kongresi'nde Türkiye'nin yaptığı bir öneriyle giderilmeye çalışılmıştır. Bütün İslam ülkelerinde Ramazan ve Bayram'ın başlaması, hilalin görünmesine göre değil fakat bilimsel astronomi yöntemleriyle saptanan güne göre ayarlanmıştır. Böylece bu konuda bir beraberlik sağlanmıştır. Bununla beraber Arabi takvim sistemi değişmiş değildir; bu sistem diğer konularda eskiden olduğu gibi uygulanmaktadır.
Fakat şu bir gerçek ki, ay hesabına dayalı ve Muhammed'in benimsediği Arabi sistemin yetersiz ve yanlış olduğu ve bu esasa göre yıl hesabında bulunmanın mümkün bulunmadığı İslami kaynaklar tarafından da anlaşılmıştır. Bundan dolayıdır ki zamanla ayın ve yıldız
ların seyri konusundaki bilgiler artıkça, bu konular uzmanlara bırakılmaya başlanmıştır. Camilerin yanı başında birer "muvakıthane" denen (yani zaman tayin eden) yerler kurulur olmuştur.7
Muhammed'in yerleştirdiği sistemin bilimsellikten uzak ve yanlış olduğunu ilk kez benimseyen Atatürk Türkiyesi olmuştur: "Beyne'lmilel Takvimin Kabulü Hakkındaki Kanun" gereğince Devlet Takvimi'nde tarih başlangıcı olarak Batı dünyasının uyguladığı takvim sistemine uyulmuştur. 1928 yılı Ramazan'ında "rü'yeti hilal"e (yani yeni ayın doğmasına) göre değil fakat zaman hesabına göre oruç tutulmuştur.8
***
Yıl hesabında Kameri (ay) usulünü, İslamın zaman ölçüsü olarak benimserken Muhammed, Arapların bilgisiz olduklarını, okuma yazma nedir bilmediklerini, yıldızların hesabından anlamadıklarını ve bu nedenle onlara kolaylık olsun düşüncesiyle böyle yaptığını anlatmış ve şöyle demiştir:
"Biz meaşiri Arab, ümmi bir cemaatiz: Ne yazı yazarız ne de (yıldızların seyrini) hısab(ım) anlarız. (Bize lazım olan) bir ay (kah) şöyledir (kah) böyledir. "9
Muhammed'in bu sözlerinde geçen "meaşir" sözcüğü "hacı olma yolunda" demektir. "Ümmi" sözcüğü ise "okuma yazma bilmeyen" anlamına gelir. Kendisini "Tanrı elçisi" diye ilan eden ve her şeyi Tanrı'dan öğrendiğini söyleyen Muhammed'in, yıl hesabını yaparken Arapların bilgisizliğini bahane edip, bilimsel olmayan bir sistem üstünde ısrar etmesi, birçoğumuza muhtemelen pek şaşırtıcı gelecektir. Bir yandan Tanrı'nın "alim" olup her şeyin en doğrusunu bildiğini söylerken ve kendisini her doğru şeyi Tanrı'dan öğrenilmiş gibi gösterirken, yanlış bir sistemi geçerli kılması elbette ki şaşırtıcıdır.
7 Sahihi....c.VI.s.26l.
8 Sahihi..., c.VI, s.262.
9 Buhari'in İbni Ömer'den rivayeti için bkz. Sahihi..., c.VI, s.258, Hadis No: 908.
Öte yandan Muhammed, ay hesabında da yanlış bir yol tutmuştur. Şu bakımdan ki: "(Bize lazım olan) bir ay (kah) şöyledir (kah) böyledir" derken, bir aylık sürenin "bilimselliğe" değil fakat keyfiliğe dayalı olarak bazen 29, bazen de 30 gün olduğunu anlatmak istemiş,10 böylece ay hesabını tam bir çıkmaza sokmuştur. Örneğin İbni Ömer'in rivayet ettiği bir hadisinde
"Bir ay 29 gece'dir"
derken, Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği bir başka hadisinde "Ay 29 gündür"
demiş,11 böylece "ay" tanımını "gün" ve "gece" esasına göre farklı bir temele oturtmuştur. Her ne kadar bu karışıklığı örtmek için İslam yazarları
"Arap aylarının gündüzü gecesine bağlıdır, bu nedenle iki hadis arasında çatışma yoktur"12
derlerse de yalandır, çünkü yirmi dokuz gece otuz gün etmediği gibi, otuz gün de yirmi dokuz gece etmez.
Yine Muhammed'in söylemesinden anlamaktayız ki, ayın doğmasına ait hesapların inceden inceye incelenmesine de gerek yoktur: Bazı ayları 29, bazı ayları da 30 gün olarak hesaplamak yeterlidir. Bundan dolayıdır ki yeni ayın doğması halinde oruç tutulup bayram edilmesini ve hava* bulutlu ve kapalı, yani "kederli" olduğu zamanlar ise ay hesabının otuza doldurulmasını emretmiştir.13 İslam kaynaklarının iddiasına göre Muhammed'in ay hesabını bu şekilde yapmasının nedeni Arap toplumunun "cahil" olduğunu göz önünde tutmasın
10 Bu konuda Buhari'nin İbni Ömer'den rivayetine dayalı hadis için bkz. Sahihi..., c.VI, s.258, Hadis No: 908.
11 Bu hadisler için bkz. Sahihi..., c.VI, s.255, Hadis No: 905; aynca bkz. s.2556, Hadis No: 906.
12 Sahihi..., c.VI, s.259.
13 Sahihi..., c.VI, s.255, Hadis No: 905; ayrıca bkz. s.259.
dandır. Çünkü güya istemiştir ki ay hesabında güçlük olmasın, kolaylık sağlansın!14 Oysa asıl sebep bu değildir; asıl sebep Muhammed'in günlük yaşam siyasetininin gereksinimleridir. Şu bakımdan ki, bir aralık Muhammed karılarının hepsiyle küsüşmüştü. Onlarla bir ay boyunca konuşmamaya yemin etmişti. Fakat az zaman geçmekle, karılarından (özellikle pek sevdiği Ayşe'sinden) ayrı kalamayacağını anlamış ve 29. gün yemini bozarak Ayşe ile buluşmuştur. Ve işte Ayşe kendisine:
"Ya Resulallah! Siz bir ay yanımıza gelmemeye yemin etmişsiniz"
deyince Muhammed:
"Ay 29 gün'dür"
diyerek onu susturmuş, işin içinden kolaylıkla çıkmıştır.15
14 Sahihi..., c.VI, s.259.
15 Ümmü Seleme'nin rivayetine dayalı bu hadis için bkz. Sahihi..., c.VI, s.25565, Hadis No: 906.