5 Aralık 2011 Pazartesi

Kuran Miras Paylaşımındaki Matematik Hatası ve Müslümanların Savunma Taktikleri

Kuran'daki matematik hatası, internette inananlarla inanmayanlar arasında belki de en yoğun tartışılan konulardan olsa gerek. Bu durum, yani meselenin bu denli yoğun tartışılıyor olması, "demek ki iddia edildiği gibi Kuran'da bir matematik hatası yok, aksi halde bu kadar tartışma olmazdı, ne de olsa matematik kuralları objektif ve kesindir" gibi bir algıya yol açabilir. Oysa söz konusu hata, aslında tartışma götürmeyecek kadar açık-seçik ve ilgilenen herkesin kontrol edebileceği türden.
Ama elbette ki, konu Kuran olduğu için, inananların kabul etmesi pek kolay olmuyor, kırk türlü argüman ve itiraz geliştiriliyor Kuran'daki hatayı kabullenmemek için. Bu yazıda, söz konusu matematik hatasını islamî kaynakları da delil göstererek açıklamaya ve inananlar tarafından geliştirilen karşı argümanların/savunmaların (görebildiğim kadarı ile) hepsine cevap vermeye çalışacağım.
10. Müslümanların Savunma Taktikleri
(a) Meseleyi topyekûn inkâr etmek
(b) "Avl gerektiren varis tabloları (durumlar) tek bir cümle/ayet bütünlüğü içinde geçmiyor, dolayısıyla zaten Kuran'da doğrudan düzenlenmiyor" iddiası
(c) "Avliye yöntemiyle varislere verilen payların arasındaki orantılar aynı kalıyor" savunması
(d) "Ayetlerdeki oranlar sadece birer sınırdır" iddiası
(e) "Reddiyeyle ayetteki hisselerden daha fazla vermek sorun değilse, avliyeyle daha eksik vermek neden sorun olsun?" savunması
(f) "Bu durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği zaten en baştan ve kendiliğinden bellidir" iddiası
(g) "Bütün mümkün durumları öngörecek bir düzenleme zaten imkânsızdır" iddiası
(h) "Kuran'da sadece ana ilkeler belirlenir, ayrıntılar ise Hadis ve İçtihad'a bırakılır" savunması
(i) İnsan vasiyetinden örnekler getirmek
(j) Yepyeni yöntemler bulmak
(k) Aklın almadığı şeyleri Allah'a havale etmek

1. Giriş

Nisa Suresinin 11., 12. (ve 176.) ayetleri, detaylı olarak miras paylaşımının nasıl olacağını düzenliyor. Bu ayetlerin içerdiği apaçık matematik hatasını düzeltmek için, İslam Miras Hukuku'nda -ayetlerdeki açık hükümden sapan- bir takım pratik yöntemler geliştirilmiş ve 1.400 yıldır hata yokmuş gibi davranılmış.
Baştan belirteyim ki, aşağıdaki metinde kendi kafama göre ayetleri yorumlayarak ve kendi uydurduğum örnekler üzerine keyfî bir şekilde uygulayarak kasıtlı bir hata çıkartma girişimim yok. Gerek örnekler, gerek ayetlerin yorumu ve örnekler üzerine uygulanışı bizzat İslam Miras Hukuku'nun ("Feraiz ilminin") öngördüğü şekilde ele alınmıştır.


Başvurulan İslami Eserler:
• Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Celal Yıldırım, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 284-296
• Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Camisab Özbek, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz.
• el-İhtiyar, el-Mavsili, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• 
Feteva-i Hindiyye, Akçağ Yayınları, Miras Bölümü, Başık "13-Avliyye"
• Fıkhu's-Sünne - Ayet ve Hadislerle İslam Hukuku, Seyyid Sabık, Pınar Yayınları, 22. Bölüm, Miras İlmi, Avl
• Açıklamalı Minhâc Tercümesi (Minhâcü't-Talibin), İmam Nevevi, Kahraman Yayınları, Feraiz Bölümü
• Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Kadı Ebu Şuca, Ravza Yayınları: 402-405.

2. Nisa Suresi'nin 11. ve 12. Ayetleri

Ayetlerin başındaki linklere tıklayarak, hem Arapçasını hem de diğer bütün Türkçe meallerini de okuyabilirsiniz.
Nisa/11
Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nisa/12
Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (Bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. Eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (Yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (Bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (Bütün bunlar) Allah’ın emridir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)

3. Ayetlerleki İlk Tuhaflık

Aslında bu ayetlerde göze çarpması gereken ilk tuhaflık birazdan uzunca ele alınacak olan Kuran'daki matematik hatasından neredeyse daha da ilginç: Allah neden kıyamete kadar bütün zaman ve mekânlar için detaylı bir şekilde mirasın tam olarak nasıl bölüştürüleceğini emretsin?
Kuran çok daha önemli konularda, örneğin devlet başkanının nasıl tayin edileceği, "şûra"da yer alacak kişilerin nasıl, kim tarafından belirleneceği, ibadetlerin tam olarak nasıl icra edilmesi gerektiği gibi konularda hemen hemen hiçbir somut düzenleme bulundurmaz. Hukuk sistemi için mirastan çok daha mühim denilebilecek alanlarda bu kadar detaylı ayetler yok. Hatta birçok alim bu durumu "İslam Hukukunun esnekliği ve evrensel olmasının bir gereği" olarak yorumlar ve Allah'ın kullarına değişen şartlara göre (İslam'ın özüne sadık kalarak) somut kuralları değiştirmelerine izin vermekle ne kadar da rahmetli davrandığını söyler.
Hâl böyle iken, neden miras gibi nisbeten daha önemsiz, üstelik çok daha değişken olması gereken bir konuda bu kadar detaylı hükümler gelmiş? Neden müslüman toplumlara kıyamete kadar, ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlar ne olursa olsun, miras paylaşımını tam olarak bu şekilde yapmak emredilmiş? Ve neden bu paylaşım her zaman ve her yerde en âdil, hatta tek âdil seçenek olsun?

4. Ayetlerdeki Düzenleme Tekniği

Yukarda okuyabildiğimiz Nisa Suresi'nin 11. ve 12. ayetleri daha sonra gelen 176. ayetle birlikte miras paylaşımını düzenler. Metni kısa tutmak için 176. ayeti yukarda alıntılamadım. Çünkü açıklamaları sadece Nisa 11 ve 12'yi ilgilendiren örneklerle kısıtlı tutacağım ve aşağıda sadece bir yerde 176. ayetin de kapsamına giren bir ek örnek vereceğim.
Her üç ayet de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
Meselâ bir ayetin bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa annesine şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa kocasına şu kadar" diye geçer. Pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. Yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. Zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin?  "Eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da, olmasa da).
Başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. Dolayısıyla ayetleri herhangi bir somut durum (varis tablosu) üzerinde uygulamak istediğimizde, üç ayeti de cümle cümle okuyacağız ve işlemekte olduğumuz somut durum (varis tablosu) için geçerli olan cümleleri tespit edeceğiz.
Örnek:
İlkin örnek olarak sorunsuz bir olaya bakalım.
Çocukları ve babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. Geriye sadece annesikocası ve üç (aynı anadan, farklı babalardan) erkek kardeşi kalır.
Ölen kadının malı, varisler (mirasçılar) arasında nasıl bölüştürülecek?
Yukardaki ayetleri okuyoruz ve bu somut durum için geçerli olan cümleleri tespit ediyoruz.
  • Nisa/11'den: "Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir."
  • Nisa/12'den: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
  • Nista/12'den: "Eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar."
Demek ki:
anneye: 1/6
kocaya: 1/2 = 3/6
3 kardeşe (toplam): 1/3 = 2/6
Görüldüğü gibi bu somut durumda toplam 6/6 = 1 çıkıyor. Yani pay ile payda eşit. Ve miras aynen ayette yazılı olan oranlarıyla paylaştırılabiliyor.
(Not: Tefsirlerin çoğunluğuna göre, Nisa/12'de adı geçen "kardeşler" sadece anne tarafından olan kardeşleri kapsamakta, aynı anne ve aynı babadan olan kardeşlerin durumu ise 176. ayette düzenlenmekte. örn. bkz. ve bkz. Ayetin lafzında böyle bir anlam yok. Ama müfessirler böyle bir ayrıma gitmiş. Burada ele alınan mesele için bir önemi de yok. Yukarda sadece sorunsuz bir duruma örnek getiriliyor. Eğer tefsirlerin bu yorumunu benimsiyorsanız, yukardaki örnek durumda kardeşler aynı anneden, farklı babalardan olsun. Eğer bu yorumu kabul etmiyorsanız tam öz kardeşler olsun.)

5. Malın Fazla Gelmesi ve Reddiye Meselesi

Yukardaki örnek durumda ayette belirtilen oranlar tam yetiyor, ne eksik kalıyor ne de fazla. Fakat elbette ki, birçok durumda ayetteki oranları dağıttığımızda mal fazla gelecek, yani artakalacaktır.
Örneğin çocuğu, kardeşi, anne-babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür ve gerisinde bir tek kocasını bırakırsa
  • Nisa/12'deki "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
cümlesi gereği kocaya malın yarısı verilir. Diğer yarısı artar.


Veya çocuğu, babası ve kardeşi olmayan, fakat kocası ve annesi olan bir kadın öldüğünde:
  • Nisa/11'deki: "Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
  • Nisa/12deki: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
cümleleri uyarınca mal şu şekilde paylaştırılır:
anneye: 1/3 = 2/6
kocaya: 1/2 = 3/6
toplam:      5/6
Ve geriye malın 1/6'sı artakalmış, yani fazla gelmiş olur.
Ama bu gibi durumlarda herhangi bir sorun yok, çünkü ayetlerde yazan hisseler sahiplerine verilebilmiştir.
Sorun sadece, fazla gelen malın kime ve nasıl verileceği. Bu soruya (İslam Miras Hukukundan bağımsız olarak) kendimizce alternatif çözümler üretmeye çalışsak, meselâ aklımıza şu seçenekler gelebilir:
(1) Kimseye verilmeyip devlet hazinesine geçmesi,
(2) Ayetlerde geçmeyen yakınlara dağıtılması (dede, nine, hala, teyze, amca, dayı vs.),
(3) Ayetlerde geçen, hissesini almış varislere oranları nispetince (bir nevi bonus olarak) bölüştürülmesi
vs.
İslam Miras Hukukunda (feraiz'de), duruma göre bütün bu seçenekler işleyebilmektedir. Miras konusuyla ilgili söylenmiş çok sayıda peygamber hadisine ve sahabe içtihatlarına dayanarak zaman içerisinde oldukça teferruatlı bir sistem geliştirilmiş. Örneğin belli şartlar yerine gelmişse, yukardaki 2. seçenek işliyor, yani artan mal (oranları hadis ve içtihatlarla belirlenen) diğer yakınlara dağıtılıyor. Diğer bazı durumlarda 3. seçenek işliyor, yani artan mal, ayetlerdeki hisselerini alanlar arasında (oranları nisbetince) tekrar bölüştürülüyor.
Bu üçüncü seçeneğe feraiz terminolojisinde reddiye ismi verilmiş. Artan mal, hisselerini alan varisler arasında tekrar bölüştürüldüğünden, varisler ayette yazan oranlardan daha fazla almış oluyor. Ama burda ilkesel bir sorun yok, çünkü neticede Kuran'da belirlenmiş olan oranlar sahiplerine verilebilmiş.
Gerçi sahabenin büyüklerinden Zeyd bin Sabit reddiye yöntemine karşı çıkmış ve bu durumlarda kalan malın devlet hazinesine (beytü'l male'e) bırakılması gerektiğini savunmuş.
• bkz. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz), S. 236
Ama bu tartışmanın, hemen aşağıda işlenilecek olan matematik hatasıyla bir ilgisi yok. Çünkü malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmı reddiye yöntemiyle hisselerini alan varislere (bonus olarak) bölüştürsek de, ayette geçmeyen yakınlar arasında paylaştırsak da, devlet hazinesine geçirsek de, fakir fukaraya dağıtsak da, her halükârda ayette yazan oranlar sahiplerine verilebilmiştir.

6. Kuran'daki Matematik Hatası: Malın Az Gelmesi -
Pay'ın Payda'dan Büyük Çıkması

Fakat bazı durumlar da var ki, ayetlerdeki oranları dağıtmaya çalıştığımızda, mal yetmiyor, pay paydadan büyük çıkıyor. Ayetlerin hazırlanmasında belli ki bu durumlar düşünülememiş ve böylece çok bariz bir hata yapılmış. Meselâ birisi bize "Şu pastanın yarısını Fatma'ya, yarısını Ayşe'ye, üçte birini de Hatice'ye ver" dese, muhtemelen bu kişinin ya şaka yaptığını sanarız, ya da zekâsından şüpheleniriz.
İşte ayetleri uygulamaya çalıştığımızda tam olarak bu absürt sonucun çıktığı birden çok durum (varis tablosu) var. Bu durumlar, fıkıh kitaplarının "feraiz" (miras hukuku) bölümünde işlenmekte. Burada sadece iki tanesini örnek olarak ele almakla yetinebiliriz.
Örnek 1: Kardeşleri olmayan bir adam (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. Geriye üç kız çocuğu, annesi, babası ve karısı kalır.
Bu durum için geçerli olan cümleleri okuyalım:
  • Nisa/11'den: "(Çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır."
  • Nisa/11'den: "Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır."
  • Nisa/12'den: (Karı için) "Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır."
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
anneye: 1/6 = 4/24
babaya: 1/6 = 4/24
karısına: 1/8 = 3/24
toplam: 27/24 !
Böyle bir paylaşımı yapmak ise matematiksel olarak imkânsız. Çünkü pay, payda'dan büyük çıkıyor. Yani mal yetmiyor.
Ne yaparsak yapalım, malı bu şekilde bölüştüremiyoruz. Ya ayette geçen oranları kendimizce azaltacağız, ya da ayette hak sahibi olan bazı varislere hiçbir şey vermeyeceğiz. Ama her halükârda, ayette yazan oranları bütün hak sahiplerine vermek mümkün değil!
Bu örnek durumda ayetlerin kasıtlı veya kasıtsız yanlış uygulanması söz konusu değil. Hem ayetlerin lafzından da açıkça bu sonuç çıkıyor. Hem de zaten bizzat İslam Fıkıhı eserlerinde bu durum aynen bu şekilde ele alınmakta:
bkz örneğin:
• Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 288
• Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz, el-Minberiyye Meselesi
• İmam Nevevi, Açıklamalı Minhâc Tercümesi (Minhâcü't-Talibin), Kahraman Yayınları, Feraiz Bölümü, "B. Meselelerin Halleri ve Avil (Yükselme)
• Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne - Ayet ve Hadislerle İslam Hukuku, Pınar Yayınları, 22. Bölüm, Miras İlmi, Avl
• Kadı Ebu Şuca, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları, 402-405.
Not: Yukardaki eserlerin bazılarında bu örnek 3 kız çocuk olarak değil, 2 kız çocuk olarak ele alınmış. Nisa/11'de kız çocuk tek ise ve ikiden fazla ise ne olacağı belirtiliyor, fakat tam iki ise ne olacağı hakkında lafzen açık hüküm yok. Alimlerin büyük çoğunluğu, kız çocuğunun iki olmasını, ikiden fazla olmasıyla eşit olarak değerlendirmekte (yani kız iki olursa da, Nisa/11 gereği toplam üçte iki vermekte). Buradaki örnekte özellikle 3 kız çocuğu seçildi ki, hiçbir tartışma olmasın. Ayetin açık hükmüne göre 3 kız çocuğuna her halükârda toplam üçte iki verilmesi gerekiyor.
Örnek 2: Çocuğu ve babası olmayan bir kadın ölür ve geriye annesini, kocasını ve bir öz kız kardeşini bırakır.
  • Nisa/11'den: "Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
  • Nisa/12'den: (Koca için) "Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
  • Nisa/176'dan: "Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur."
anneye: 1/3=2/6
kocaya: 1/2=3/6
öz kız kardeşe: 1/2=3/6
toplam:  8/6 !
Bu durum da fıkıh kitaplarında aynen bu şekilde hesaplanır. Hatta bu örneğin Halife Ömer döneminde gündeme gelen ve tarihde ilk defa "avliye" metodunun uygulandığı durum olduğu rivayet edilir. Bu durumun İslam Hukukçularınca aynen bu şekilde ele alındığına dair:
bkz.• Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi, 3. Cilt, VIII. Bölüm: İslam Miras Hukuku (Feraiz) S. 287
• el-Mavsili, el-İhtiyar, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• Kadı Ebu Şuca, Ğayet’ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları, 402-405.

7. Ehli Sünnetin (Halife Ömer'in) "Çözümü":
Avliye Yöntemi

Ayetlerdeki hesap hatasını gün yüzüne çıkartan ilk fiilî durum ikinci halife Ömer'in hilafeti döneminde vukû bulmuş. Ölen bir müslümanın malının varislere devlet eliyle bölüştürülmesi gerekmiş. Fakat ayetlerdeki belirlenen oranları vermeye çalışınca, (yukardaki örnekte olduğu gibi) pay payda'dan büyük çıktığından bu mümkün olmamış. Ömer de durumu bir takım önde gelen sahabeyle istişare ettikten sonra şöyle bir "çözüm" yoluna gitmiş: Oranlardaki payda'yı yükselterek pay'a eşitlemiş, yani hak sahibi mirasçılara ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranları malın yeteceği şekilde eksiltmiş. Sahabelerden İbn Abbas ise bu uygulamaya itiraz edenlerden olmuş.
bkz. 
• el-Mavsili, el-İhtiyar, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı
• Camisab Özbek, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Ravza Yayınları, 4. Cilt, 69. Bölüm: Feraiz.
İlk olarak Halife Ömer'in uyguladığı ve hanefi, şafii, maliki ve hanbeli mezbelerince (yani Ehl-i Sünnet'in dört mezhebince de) kabul gören bu yöntemi yukardaki örneklere uygulayalım.
Örnek 1: Durum şöyleydi:
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
anneye: 1/6 = 4/24
babaya:  1/6 = 4/24
karısına: 1/8 = 3/24
toplam:  27/24
Ehl-i Sünnet'in yöntemine göre bu durumda eksik kalan payda, çoğaltılarak pay'a eşitleniliyor (Bu yüzden bu işleme "avliye" denmiş. "avl", yükseltmeçoğaltma anlamına geliyor.) Yani 24 sayısı, 27'ye dönüştürülüyor ve taksim 27 payda'sı üzerinden yapılıyor:
üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24 =>  16/27
anneye:  1/6 = 4/24 =>     4/27
babaya:   1/6 = 4/24 =>    4/27
karısına: 1/8 = 3/24 =>    3/27
toplam:  27/24 => 27/27
Böylece ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranlar bütün mirasçılar için düşürülmüş oluyor. Yani yukardaki durumda meselâ anne 1/6 = 4/24 alması gerekirken, sadece 4/27 alıyor.
Örnek 2:
anneye: 1/3=2/6 =>  2/8
kocaya: 1/2=3/6 =>  3/8
öz kız kardeşe: 1/2=3/6 =>  3/8
toplam:    8/6 =>  8/8
Burda da aynen birinci örnekte olduğu gibi eksik kalan payda 6 yükseltilerek pay'a tamamlanmış ve bütün mirasçıların oranı düşürülmüş oldu. Örneğin anneye ayette üçte bir yazmasına rağmen, sekizde iki, yani dörtte bir kaldı.

8. Şia'nın (İbn Abbas'ın) "Çözümü":
Öncelik Sırası Yöntemi

Halife Ömer'in bu uygulamasına karşı çıkan İbn Abbas'ın yöntemine göre ise, pay'ın payda'dan büyük çıktığı bu durumlarda söz konusu mirasçılar arasında bir "öncelik sırası" belirleniliyor ve eksiklik sadece bu sıralamada sona kalanlara yansıtılıyor. Şia mezhebinin alimleri de bu yöntemi esas almakta. Şia, kendi mezhebince bir takım ayet ve hadislere dayanarak bir öncelik sırası oluşturmuş: Örneğin mal yetmese de, eşlerin oranlarının düşürülemeyeceğini (yani karı-kocanın öncelikli olduğunu) söylemekteler. Bununla birlikte şii alimlerinin anne-baba oranlarında bir eksiltme olamayacağı veya eksikliğin sadece kız çocuklara yansıtılması gerektiğine dair çoğunluk görüşleri olduğu söylenmekte. Ama görüldüğü kadarıyla Şia'nın da görüş birliğiyle baştan sona üzerinde anlaşabildiği herhangi bir öncelik sırası listesi yok ve farklı "içtihadlar" söz konusu.
Sonuç olarak Şia'nın önerdiği yöntemle de ayetlerde apaçık belirtilmiş olan oran(lar) eksiltilmek zorunda. Tek fark eksikliğin bütün mirasçılara değil, sadece bazılarına yansıtılması. Ama bu durumda da eksiklik kime yansıtılıyorsa, o mirasçı Kuran'da belirtilmiş olan oranı alamamış oluyor. Çünkü ayetlerde geçen oranları dağıtmak zaten imkânsız. Her halükârda birilerine ayette yazandan daha az verilmesi kaçınılmaz.

9. Her İki Çözümün de Sakatlığı

Kuran'daki matematik hatasının bu kadar açık seçik olmasına rağmen, inananlar bunu bile kabul etmemeyi başarabiliyorlar! Hele İslam Hukukçuları bu sorunu dillendirenleri sürekli feraiz ilmini (İslam Miras Hukukunu) bilmemekle, anlamamakla suçlarlar. Oysa ortada anlaşılması çok zor, çok derin bir mesele yok. Mesele yukarda anlatılandan ibaret: Kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda hesap tutmuyor! Bu engeli aşmak için uygulamada yukarda sayılan yöntemler bulunmuş, hatadan kaynaklı imkânsızlık pratikte aşılmış. Ama pratikte bunun aşılmış olması ve 1.400 yıldır fıkıh kitaplarında ve şerî uygulamalarda, yukarda tanıtılan yöntemlerin oturmuş müesseseler hâline gelmiş olması, hatanın hiç olmadığı anlamına gelmez.
Ehli Sünnetin "avliye" metodu da, Şia'nın öncelik sırası metodu da, aslında Kuran'daki hatayı düzeltmek'ten başka birşey değil!
Bu "düzeltme" yöntemleriyle bariz bir şekilde, Kuran'daki açık hükümden sapılıyor. Hükümden sapılıyor, çünkü hükmün kendisini uygulamak matematiksel olarak imkânsız.
Bir ilk okul öğrencisi sınavda "2 + 2 = 3" yazarsa, öğretmen 3'ün üstünü çizer, 4 yazar ve öğrenciye düşük not verir. Biz bu durumda, "öğretmen talebenin hatasını düzeltti" deriz, "avliye usûlü ile 2+2=3'deki gizli hakikati buldu" demeyiz!
Mesele bu kadar basit! Ayetteki oranların üstü çiziliyor ve yerine uygulanabilir oranlar konuluyor.

10. Müslümanların Savunma Taktikleri

miras hesap hatası
Kuran'daki matematik hatası bu kadar açık-seçik olduğu hâlde, müslümanlar binbir türlü zorlama "izah"larla bu bariz hatayı kabullenmemenin yollarını arıyorlar. Dinin gereği olan "kayıtsız şartsız teslimiyet" insanları işte böyle durumlara düşürebiliyor.

(a) Meseleyi topyekûn inkâr etmek

Kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda pay'ın payda'dan büyük çıktığı hem aşikâr, hem de zaten İslam alimleri tarafından inkâr edilen bir durum değil. Buna rağmen internette birçok islamî site veya forumda, islam fıkıhı hakkında pek bilgisi olmayan bazı müslüman gençler "dinsizlerin saldırılarına" karşı cevap vermek adına, bu gerçeği topyekûn reddetmekte ve ayetlere göre her durumda pay ile paydaların eşit çıktığını iddia etmekteler. Bunu yapabilmek için genelde ayetlerin verilen örnekler üzerinde yanlış uygulandığını açıklamaya çalışıyor ve kendilerince bir takım meal ve yorumlar getiriyorlar. Ekseriyetle Nisa/11'de geçen "Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır." cümlesinin yanlış anlaşıldığını, burada kastedilenin "sadece tek bir çocuğu varsa" olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yorum, hem ayetin lafzıyla uyuşmuyor, hem de tefsir ve fıkıh kitapları tarafından yalanlanmakta.
Fakat yine de, bu eleştiriyi daha en baştan bertaraf etmek için yukardaki Örnek 1'e bir de Örnek 2 olarak çocuksuz bir durum eklendi zaten. Ayrıca her iki örneğin de alimlerce de buradaki gibi ele alındığına dair fıkıh kitaplarından kaynak gösterildi. Zaten "avliye gerektiren", yani pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar bunlardan ibaret de değil. Herhangi bir fıkıh eserine başvurarak daha birçok benzer durum okunabilir.

(b) "Avl gerektiren varis tabloları (durumlar) tek bir cümle/ayet bütünlüğü içinde geçmiyor, dolayısıyla zaten Kuran'da doğrudan düzenlenmiyor" iddiası

Meseleyi topyekûn inkâr etmenin başka bir şekli olan bu iddianın yanlış olduğunu görmek için ayetleri okumak yeterli. Ama bu iddiyı da internet ortamında savunanlar olduğu için yine de ayrıntılı bir cevap vermek yerinde olabilir. Yukarda 4. Ayetlerdeki Düzenleme Tekniği başlığında da açıklandığı gibi:
Her üç miras ayeti de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
Meselâ bir ayetin bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa kocaya şu kadar" diye geçer. Pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. Yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. Zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin?  "Eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da olmasa da vs.).
Başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. "Avl gerektiren durumlar, Kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor" diyen kişi, aynı zamanda "avl gerektirmeyen normal, sorunsuz durumlar da Kuran'da doğrudan düzenlenmemiş", hatta "bu ayetlerle herhangi birşey düzenlenmemiş" demek zorunda kalır.
Ayrıca Nisa/11 ve 12'nin "nüzûl sebebi"ne bakarak da bu iddianın yanlış olduğu kolayca anlaşılabilir. Tefsirlerin rivayetine göre, her iki ayet de şu somut durum vesilesiyle "nazil olmuş". Şehit düşen bir sahabe (hangi sahabe olduğu hakkında rivayetler farklı, Sâd b. RabiAbdurrahman ibn Sabit gibi isimler rivayet edilmiştir) arkasında kız çocuklarını ve karısını bırakır. Fakat sahabenin erkek aile fertleri tüm mirasa el koymak ister. Bunun üzerine bu iki ayet "gelir" ve ölen sahabenin Nisa/11'le kızlarının, Nisa/12'yle de eşinin oranları tayin edilir.
bkz:
• Bedrettin Çetiner, Esbab- ı Nüzül - Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri, Çağrı Yayınları, Nisa/11
• 
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Nisa/11
• İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları, 4/610, Nisa/11
• Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 7/378, Nisa/11
• Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyatı, 1/496-497ı, Nisa/11
• Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, 2/512-513, Nisa/11
• Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları, 1/403-404
Yani her iki ayet de bu somut durum vesilesiyle, bu somut durumu da düzenlemek için gelmesine rağmen, tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde düzenlemez, bir ayetinde kızların, diğer ayetinde eşin payını belirler. Demek ki, "pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar (varis tabloları) Kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor, çünkü bu durumlar tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde ele alınmamış" demek, ayetlerin düzenleme tekniğini anlamamış olmaktan (veya sırf Kurandaki matematik hatasını kabullenmemek için zorlama da bir takım tutarsız iddialara sığınma ihtiyacından) kaynaklanıyor. Zaten Nisa 11 çocukların, anne ve babanın, Nisa 12 ise eşlerin ve (aynı anneden olan) kardeşlerin paylarını belirliyor. Üstelik Nisa 12'de eşlere verilecek pay "çocuk varsa şu kadar" - "çocuk yoksa bu kadar" gibi şartlara ayrılmış. Dolayısıyla örneğin ölenin eşinin ve çocuklarının bulunduğu bir durumda, Nisa 11'deki çocukların durumuna isabet eden cümle ile, Nisa 12'deki eşin durumuna isabet eden cümle, bu somut durum için doğrudan geçerli olur. Yani bu somut durum (varis tablosu) Kuran'da doğrudan düzenlenmiş olur.
Zaten Halife Ömer de, ilk sorunlu durum kendi hilafeti döneminde vukû bulduğunda "bu durum Kuran'da düzenlenmemiş, ne yapsak acaba?" değil, "Kuran'daki, bu durum için geçerli olan oranları bölüştürmeye kalktığımızda mal yetmiyor, ne yapsak acaba?" diye diğer sahabelerle istişare ediyor ve neticede avliye yöntemini uyguluyor.
Ayrıca Kuran’daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. Zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.

(c) "Avliye yöntemiyle varislere verilen payların arasındaki orantılar aynı kalıyor" savunması

Avliye yöntemini savunmak için en çok öne sürülen argümanlardan biri, varislere düşen payların arasındaki orantıların aynı kaldığı gerçeğidir. Bu argüman tek başına ele alındığında doğru, fakat meselenin özüyle alâkasız.
Yukardaki Örnek 2'ye getirilen sünni "çözüm"e tekrar bakalım:
Kuran'a göre:               anne 2/6 koca 3/6 kız kardeş 3/6
Avliye yöntemine göre: anne 2/8 koca 3/8 kız kardeş 3/8
Her iki durumda da ölenin kocasıyla kız kardeşi eşit paylar aldı ve ölenin annesi bu payın üçte ikisini aldı.
Çünkü 2/6 hissesi 3/6 hissesinin üçte ikisi ediyor. Aynı şekilde 2/8 hissesi de 3/8 hissesinin üçte ikisini teşkil ediyor.
Yani avliye yöntemiyle, ayetlerde belirtilen hisselerin arasındaki orantılar aynı kalmış oldu.
Fakat konu bu değil ki!
Ayette varislerin arasındaki orantılardan bahsedilmiyor. Açık bir şekilde toplam varlığın kaçta kaçı verileceği emrediliyor.
Kuran'da anneye malın üçte biri (1/3 = 2/6), koca ve kız kardeşe de (her birine) malın yarısı (1/2= 3/6) verilir deniliyor. Fakat alimler, bunun üstünü çiziyor ve anneye 2/8, koca ve kız kardeşe de (her birine) 3/8 veriyor. Çünkü Kuran'daki hükmü uygulamak mümkün değil, matematiksel olarak imkânsız! Bu yüzden Kuran'daki hükmün üstü çiziliyor ve ona "en yakın" uygulanabilir bir hüküm getiriliyor.

(d) "Ayetlerdeki oranlar sadece birer sınırdır" iddiası

Kimileri ise Nisa/13'ü de delil göstererek ayetlerdeki oranların sadece birer "sınır" olduğunu, yani mutlak olarak alınmaması gerektiğini, dolayısıyla avliye gibi metotlarla gerçekleşen sapmaların sorun olmadığını savunmakta. Ayetleri ön-yargısız bir şekilde okuduğumuzda, oranları sadece birer "sınır" olarak yorumlamak için hiç bir dayanak göremiyoruz.
Nisa/13'de geçen "hudud" (sınırlar) kelimesini niceliksel/sayısal birer sınır olarak anlamak ise hiç mümkün gözükmüyor. Burada kastedilenin sayısal sınırlar değil, "Allah'ın koyduğu ve aynen riayet edilmesi gereken yasalar/hükümler" olduğu ayetin bağlamından da açıkça anlaşılabilir.
Yine de isteyen birkaç tefsire bakarak da bu noktada emin olabilir.
Örneğin:
  • Fahruddin er-Razi
    Allah'ın sınırlan'ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Birşeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır.
    Hudûdu'd-dâr (evin sınırları) ifâdesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delâlet eden söz de, "o şeyin haddi (sınırı)" diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifâde ettiği hükmün içine başkasının girmesine mâni olur. "Başkası" ise, o sözün dışında kalan herşeydir.

    Fahruddin er-Razi, Tefsiri-i Kebir, Mefatihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 7/414-415, Nisa/13
  • İzzet Derveze
    Son iki ayette Allah'ın koyduğu kanunları tenfiz etme noktasında, koyduğu şer'i ya­saların haddini aşmama, onlarla asla oynamamayı tenbih hususunda pekiştirmedir. Bu sebeple kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse kurtulacak, cennetine kavuşacak, kim de Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse, Allah onu cehenneme koyacaktır; o ne elim ve alçal-tıcı bir azaptır.

    İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 6 Cilt, Nisa/13
Ayrıca Nisa/13'ü hemen ardındaki Nisa/14'le birlikte okuduğumuzda, buradaki "sınır"ın miras paylarına ilişkin niceliksel bir sınır olmadığını, aksine Nisa Suresinin başından beri anlatılanların (evlilik, yetim hakkına riayet, miras vs.) hepsinin kastedildiğini ve bunlara mutlaka aynen riayet edilmesi gerektiğinin vurgulandığını anlıyoruz. bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Nisa/13-15
Ama en önemlisi, "sınır" iddiasının zaten kendi içerisinde tutarsız olduğu. Bir miktarın (niceliksel anlamda) sınır olabilmesi için, ya azami (maksimum) ya da asgari (minimum) sınır olması gerekir. Ama yukarda da gördüğümüz gibi, ayetteki oranları bazı durumlarda avliye yöntemiyle eksiltmek, bazı durumlarda ise reddiye yöntemiyle çoğaltmak gerekiyor. Yani Kuran'da açık-seçik yazan hisseden, bazen daha fazla bazen de daha az bir oran vermek zorunda kalınıyor. Bu durumda ayette geçen oranların (niceliksel anlamda) "sınırlar" olduğu iddiası zaten anlamsız bir laftan ibaret kalıyor.

(e) "Reddiyeyle ayetteki hisselerden daha fazla vermek sorun değilse, avliyeyle daha eksik vermek neden sorun olsun?" savunması

Bu savunmayı şöyle ifade edebiliriz:
  • Birinci Adım:
    "Ayette eğer sadece bir kız evlat varsa, onun payının 1/2 olduğu yazıyor. Fakat eğer ölen kişinin bu tek kızı haricinde ailesinden hiç kimse kalmamışsa, elbette ki kıza 1/2 değil, malın tamamı verilir. Bu gayet açıktır ve Kuran'da bunun özel olarak belirtilmesine gerek de yoktur. 1/2 yerine bu durumda malın tümünü vermek ayetteki hükümden sapma anlamına gelmez."
  • İkinci Adım:
    "Eğer bazı durumlarda ayette yazan orandan daha fazla vermek sorun değilse, diğer bazı durumlarda o orandan daha eksik vermek de sorun değil demektir."
Bu savunmanın sakatlığı zaten yukarda >5. Malın Fazla Gelmesi ve Reddiye Meselesi< başlığında işlendi.
Orada yazılanlarla birlikte bu savunmanın sakatlığını özetleyecek olursak:
Reddiye yönteminden hareketle avliyenin meşruiyetini çıkartmak ve böylece avliye yöntemiyle ayetteki hükümden sapıldığını inkâr etmek, geçerli bir argüman değil, çünkü:
(1) Reddiye yöntemi, malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmın ne yapılacağı sorusuna aklen verilebilecek cevaplardan sadece bir tanesi. Artan malı, ayette geçen mirasçılar arasında (bonus olarak) tekrar bölüştürmek yerine, meselâ devlet hazinesine geçirmek de mümkün bir seçenek, ki sahabenin büyüklerinden Zeyd bin Sabitreddiye yöntemine karşı çıkarak, bunu savunmuştur.
(2) Eğer Kuran'daki oranların dağıtılmasında malın sadece fazla geldiği durumlar mümkün olsaydı, fakat eksik kaldığı durumlar mümkün olmasaydı, ayetlerde geçen oranları minimum/asgari sınırlar olarak okuyabilirdik. Böylece mirasçılara her halükârda en az ayette yazan oranlar veriliyor olurdu. Oysa durum böyle değil. Bazı durumlar var ki, Kuran'da yazan oranları dağıtmaya çalıştığımızda mal yetmiyor ve bir yerlerden kesmek, yani ayette yazan oranları bir şekilde azaltmak gerekiyor.
ve asıl önemlisi
(3) Malın fazla geldiği durumlarda, zaten Kuran'da yazılı oranlar dağıtılabiliyor! Artan malı, yine ayette geçen mirasçılara (bonus olarak) dağıtsak da (reddiye yöntemi), devlet hazinesine geçirsek de, ayette geçmeyen diğer yakınlara bölüştürsek de, her halükârda ayette yazılı oranlar verilebiliyor. Fakat malın eksik kaldığı durumlarda ayetteki oranları vermek matematiksel olarak imkânsız kalıyor.
Birisi "Şu pastanın üçte birini Ayşe'ye, üçte birini de Zeybeb'e ver" derse, biz bu cümleye hatalı demeyiz, sadece diğer üçte birinin ne olacağını sorabiliriz (ki bu soruya da birçok makûl cevap verilebilir).
Fakat "Şu pastanın üçte birini Ayşe'ye, üçte birini Zeyneb'e, yarısını da Fatma'ya ver" diyen birisinin, matematiksel zekâsından şüphe ederiz.

(f) "Bu durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği zaten en baştan ve kendiliğinden bellidir" iddiası

Malın eksik kaldığı durumlarda, yani Kuran'daki oranları dağıtmanın matematiksel olarak imkânsız olduğu durumlarda, ne yapılacağı ne aklen baştan belli ne de naklen. Kuran öncesi Arap Miras Hukuku veya hesap/ticaret geleneğinde, yasa/akit metninindeki oranları gelişi güzel yazıp, uygulamada malın eksik kaldığı durumlarda ise avliye yöntemiyle oranları "düzeltme" gibi bir âdetin varlığına hiçbir kaynakta rastlamıyoruz. Üstelik bu durumlarda ne yapılması gerektiğine dair hiçbir peygamber hadisi de yok.
Zaten bu yüzden de, pratikte ilk defa Halife Ömer döneminde böyle bir durumla karşılaşıldığında ne yapılacağı hemen bilinememiş, önce bir istişare gerekmiş. Ve yine bu yüzden İbn Abbas, Ömer'in avliye metoduna karşı çıkmış ve farklı bir yöntem savunmuş. Ve zaten Şia mezhebi de 1400 yıldır, avliye yöntemini değil, İbn Abbas'ın savunduğu "öncelik sırası" yöntemini uygulamakta.
Üstelik Halife Ömer'in kendisi de, ayetlerde geçen mirasçıların hangisinin öncelikli olduğuna dair bir ipuçu göremediğinden dolayı, avliye yöntemiyle bütün mirasçıların hisselerini düşürmeyi uygun bulduğunu söylemiş (bkz. el-İhtiyar, el-Mavsili, çeviren: Mehmet Keskin, Ümit Yayınları, Feraiz Bölümü, Avl Başlığı). Yani bizzat Ömer'e göre de aslında böyle durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği baştan ve kendiliğinden aşikâr olan bir çözüm değil.
Sünni İslam Dünyasında, avliye metodunun 14 asırdır hem teoride hem uygulamada oturmuş bir müessese hâline gelmiş olması, bu yöntemin zaten en baştan belli olduğu anlamına da gelmez, bu yöntemle ayetlerdeki açık hükümlerden sapıldığı gerçeğini de örtmez.

(g) "Bütün mümkün durumları öngörecek bir düzenleme zaten imkânsızdır" iddiası

Nisa/11,12,176'ya göre her durumda değil, sadece bazı durumlarda (ölen kişinin kaç oğlu, kaç kızı olduğu, anne, baba ve eşinin hayatta olup olmadığına göre) söz konusu hesap hatası ortaya çıkıyor. Hatta Halife Ömer dönemine kadar bu hesap hatası farkedilmemiş, ilk onun döneminde böyle bir durum pratikte gündeme gelmiş. Ömer de yukarda anlatıldığı gibi en uygun "çözüm" olarak gördüğünden ilk defa avliye yöntemini uygulamış. Yine de yukardaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu "sorunlu" durumlar öyle çok ender rastlanılacak, hemen hemen hiç gündeme gelmeyecek durumlar değil. Gayet olağan, her gün söz konusu olabilecek durumlar.
Bazı müslümanlar (sırf matematik hatası iddiasına karşılık verebilmek adına), bütün durumları göz önünde bulundurarak sorunsuz çözümleyecek bir düzenlemenin zaten imkânsız olduğu yönünde gülünç bir iddiada bulunuyorlar. Oysa hem İslam öncesi, hem İslam sonrası hem de günümüzde geçerli olan birçok beşeri hukuk sisteminde miras kanunlarının hiç bir durumda hesap sorunu çıkartmadan (matematiksel olarak) pürüzsüz bir düzenleme getirdiğini biliyoruz. Herşeyi bilen, gücü herşeye yeten bir Tanrı'nın eksiksiz ve mükemmel kitabında bunun yapılamamış olması akla sığmıyor.
Ayrıca tekrarlamak gerekirse: Kuran'daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. Zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.

(h) "Kuran'da sadece ana ilkeler belirlenir, ayrıntılar ise Hadis ve İçtihad'a bırakılır" savunması

Bu savunmayı şöyle ifade edebiliriz:
  • "Allah, Kuran'da sadece en önemli ana ilkeleri belirtmiş, ayrıntıları ise Hadis ve İçtihad'a bırakmıştır. Bu ayetleri de böylece yorumlamak gerekir. Nitekim hata olduğunu iddia edenlerin öne sürdüğü sorun da, zaten Hadisler ışığında, Sahabe ve Alimlerin içtihadları ile çözüme kavuşturulmuştur. Bu, sadece miras konusuna özgü birşey değildir. Kuran'ı bütün olarak bu şekilde görmek gerekir."
Bu savunma -somut konumuzla ilgili olarak- birçok açıdan yanlış ve tutarsız.
Kuran'da sadece en önemli ana ilkelerin belirlenmiş olduğu iddiası ile, zaten buradaki tartışmaya konu olan miras ayetleri pek uyuşmuyor. Tüm zaman ve mekânlar için geçerli olan, evrensel bir kitapta, neden ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlardan tamamen bağımsız olarak, bu denli ayrıntılı miras yasaları getirilsin? Onu da geçtik, bu savunmanın içerdiği iddia ışığında Kuran'daki günübirlik ayetleri nereye koyacağız?
Asıl önemlisi ise, içtihad terimi ancak Kuran'ın çizdiği sınırlar içerisinde verilen kararlar için anlamlı olabilir. Örneğin Kuran, Nisa/11'de ölenin sadece tek kızı var ise, bu kıza hangi payın verileceğini belirlemiş (malın yarısı). Aynı şekilde ölenin (erkek çocuğu yok, fakat) ikiden fazla kızı var ise de, kızlara ne kadar verileceğini tayin etmiş (toplam üçte iki). Fakat tam iki kız var ise, ne olacağını belirtmemiş. Demek ki, burada içtihada gerek var. Alimlerin büyük çoğunlu işte bu konuda (çeşitli argümanlarla) "iki kızın (toplam) payı, ikiden fazla olan kızların (toplam) payına eşittir, yani üçte ikidir" içtihadında bulunmuş. Burada ayetin hükmüne ters bir karar yok. Ayetlerin "boş bıraktığı" bir alanda (ve yine ayetteki hükümlerin ışığında) bir karar verilmiş.
Aynı şekilde malın fazla geldiği durumlarda da, artakalan malın ne yapılacağı Kuran'da belirlenmemiş. Bu durumda da (çeşitli hadislere de dayanarak) bazı şartlarda artan malın, ayetlerde geçmeyen diğer yakınlara verilmesi gerektiği, diğer bazı şartlarda kalan malın -reddiye yöntemiyle- ayette geçen hisselerini almış olan mirasçılara (bir nevi bonus olarak) verilmesi icab ettiği gibi içtihatlar verilmiş. Reddiyeye karşı çıkıldığı ve artan malın devlet hazinesine geçmesinin savunulduğu da olmuş. Ama bütün bu içtihadlar, Kuran hükümlerine ters düşmüyor, çünkü Kuran'da belirlenen oranlar verilebilmiş. Kuran'ın doğrudan düzenlemediği, boş bıraktığı bir alanda verilen içtihadlar söz konusu.
Fakat malın eksik kaldığı, pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar için sunulan "çözümlerin" mahiyeti farklı.
"Halife Ömer 'avl yöntemine' (veya İbn Abbas "öncelik sırası yöntemine") içtihad ile hükmetmiştir " demekle sorun yokmuş gibi yapmak komik kaçar. Çünkü bu yöntemlerle ayetlerde emrolunan oranlar verilmiyor, çünkü (bazı durumlarda) bütün varislere ayetlerde tespit edilen oranları vermek zaten matematiksel olarak imkânsız. Avl yöntemine "içtihad" demekle bu gerçek değiştirilemez. Bu yöntemler, ayetlerin doğrudan düzenlemediği, boş bıraktığı bir alan için geliştirilmemiş, ayetlerin düzenlemiş olduğu durumlarda ayet hükümlerini uygulamak mümkün olmadığından dolayı üretilmiş. Her iki yöntem de ayetlerdeki açık hükümden sapmakta. Üstelik bu konuda herhangi bir Hadis de yok!
Ömer, Kuran'daki hata karşısında mantıklı ve pragmatik bir çözüm bulmuş. Fakat bu, hatanın olmadığı anlamına gelmez. "Yazılı hükümden sapma""yazılı olan hükmü değiştirme" diye birşey varsa eğer, bundan daha açık bir örnek düşünülemez. Hükümden sapılıyor, çünkü hükmün kendisini uygulamak matematiksel olarak mümkün değil.
Bir ilk okul öğrencisi sınavda "2 + 2 = 3" yazarsa, öğretmen 3'ün üstünü çizer, 4 yazar ve öğrenciye düşük not verir. Biz bu durumda, "öğretmen talebenin hatasını düzeltti" deriz, "avliye usûlü ile 2+2=3'deki gizli hakikati buldu" demeyiz!
Bu üç ayette akla gelebilecek her mümkün durumda her varise ne kadar verileceği eksiksiz olarak düzenlenmemiş. Doğru! Fakat yukarda örnekleri verilen matematik hatası da zaten, Kuran'ın düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkmakta.

(i) İnsan vasiyetinden örnekler getirmek

Ateizm'e cevaplar vermek için kurulmuş islamî bir internet forumunda, müslüman bir forum üyesi bu konuyla ilgili bir başlık açmış ve yukarda cevaplanan bazı savunma taktiklerinden sonra, iletisinin sonunda şöye bir zekice savunma getirmiş:
(Örnekteki isimleri değiştirerek veriyorum)
Adamın birisinin Ali, Veli ve Deli adında üç oğlu olsun. Ve şöyle bir vasiyet bıraksın:
Ali'ye 1/2, Veliye 1/4, Deli'ye 1/4.
Adam öldüğünde Ali'nin bir şekilde "ortada olmadığını" düşünelim. Bu durumda vasiyette yazdığı gibi Veli'ye 1/4 ve Deli'ye 1/4 verirsek, malın yarısı artacak. Bu yüzden avukat bu durumda şöyle der: "Merhum babanız, Veli ile Deli'ye eşit oranlar vermek istemiş, Ali de ortada olmadığına göre malın yarısını Veli'ye, yarısını da Deli'ye vermek gerekir." Ve mirası bu şekilde bölüştürür. Vasiyette yazan oranlardan sapılmıştır, ama yine de ortadaki yeni duruma göre vasiyeti yazan merhumun istek ve iradesi muhafaza edilmiştir.
Bu örnekte benzerlik kurulan durum reddiyedir. Yani mirasın yetmemesi değil, artması söz konusu ve bu yüzden vasiyetteki oranların eksiltilmesi değil, arttırılması gerekiyor.
Ama biz yine de sırf bu yüzden bu örnekle getirilmek istenen savunmayı reddetmeyelim ve aynı mantık üzerinden bir de avliye için örnek bulalım:
Adamın üç oğlu var, vasiyetinde "her bir oğluma malımın üçte birini  (1/3) bırakıyorum" yazmış. Fakat daha sonra adamın dördüncü bir oğlu dünyaya geliyor ve baba vasiyeti değiştirmeden ölüyor.
Bu durumda avukat "Merhumun niyeti malını bütün oğulları arasında eşit bölüştürmekti. Dolayısıyla dört oğula da 1/4 verilir." der. Yine vasiyette yazan orandan sapılmış, fakat vasiyet sahibinin asıl istek ve iradesi korunmuş olur.
Bu örnekte benzerlik kurulan durum avliyedir. Mal yetmediği için, oranlar düşürülüyor.
Örnekler kendi içerisinde tutarlı. Fakat bu örnekle Kuran'daki durum arasında bir benzerlik kurmak son derece hatalı!
Her iki örnekte de, babanın vasiyeti yazarken öngöremediği, yeni bir durum var ortada. Fakat vasiyetin kendisinde herhangi bir hesap hatası yok. Sorun vasiyette değil, çıkan yeni durumda.
Allah'ın öngöremeyeceği bir durumdan bahsetmek Allah tasavvuru ile çelişir. Kaldı ki, insanların oluşturduğu beşeri hukuk sistemleri bile miras paylaşımını hiç bir durumda hesap sorunu çıkartmayacak şekilde düzenleyebilmekte.
Vasiyet örneğinde, babanın vasiyeti yazdığı andan sonra, (kendisi tarafından) öngörülemeyen bir değişiklik olmuş, yeni bir durum ortaya çıkmış. Ya varislerden biri ölmüş/kaybolmuş, ya da yeni bir varis çıkmış. Baba vasiyeti yazarken gerçek olan durum değişmiş ve bu yüzden avukat, "baba vasiyetini yazarken bu durumu bilseydi, şöyle yazardı" şeklinde karar veriyor. Fakat ayetlerdeki durum böyle değil.
Ayetlerdeki sorun, sonradan değişen bir durum yüzünden oluşmuyor. Yani meselâ ayet yazıldıktan sonra, ortaya yeni varisler çıkmıyor. Avliye yöntemi de zaten "Bunlar sonradan çıktı, bu yüzden diğerlerinin oranlarını düşürelim de, bu yeni çıkanlara da pay verebilelim" demiyor. Baştan beri var olan varislere yetmiyor miras! Yani hata ayetin bizzat kendisinde.
Ayetlerdeki soruna uyan bir örnek vermek şart olsaydı, şöyle bir örnek vermek gerekirdi:
Üç oğlu olan bir adam vasiyetinde "Üç oğlumun her birine malımın 1/2'sini (yarısını) bırakıyorum"diye yazmış. Adam ölüyor, üç oğlu da hayatta (ve yeni doğan bir çocuk da yok).
Bu durumda avukat şöyle derdi: "Babanız belli ki bir hata yapmış. Fakat vasiyetinden açıkça anlaşılıyor ki, malını üç oğluna eşit paylarla bölüştürmek istemiş. Bu yüzden üçünüze de 1/3 veriyorum."
İşte avliye yöntemini kullanan Halife Ömer ve islam alimleri de aslında tam tamına bunu demiş oluyorlar.

(j) Yepyeni yöntemler bulmak

Bu apaçık durum karşısında, meseleye vakıf ve az çok entelektüel samimiyeti olanlar en azından bir sorun olduğunu topyekûn reddedemiyorlar elbette. Fakat diğer yandan, Kuran'da bir hata olduğunu da kabullenemedikleri (bu seçeneğin zaten en başta zihinlerinden silinmiş olduğu) için gün görmemiş, yepyeni tefsir ve uygulama yöntemleriyle miras ayetlerini kurtarmaya çalışıyorlar.
Buna bir örnek Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır. Kendisinin başkanı olduğu Süleymaniye Vakfı'nın internet sitesinde "Mukayeseli Fıkıh Dersleri" başlığı altında, "Mirasta Avliye Meselesi" isimli iki bölümlük uzunca bir video bulunmakta (1. Bölüm - 2. Bölüm).
Hocamız önce uzun uzun sorunu anlatıyor ve Kuran'daki matematik hatasından bahsedenlere büyük oranda hak veriyor. Fakat ondan sonra sorunun ayetlerin kendisinde değil, 1400 yıldır tüm mezheplerce uygulanma şeklinde olduğunu söylüyor. Avliye yöntemine de, Şia'nın "öncelik sırası" yöntemine de karşı çıkıyor. Her iki yöntemle de açıkça Kuran hükümlerinden sapıldığını onaylıyor. Ve sık sık bu sorunun 14 asırdır hiçbir alim ve mezhep tarafından çözülememiş olduğunu tekrarlıyor.
Kendi çözümü ise, aslında sadece avliye yöntemiyle, öncelik sırası yönteminin bir kombinasyonundan ibaret. Bazı ayetlere işaret ederek kendince bir öncelik sırası belirliyor. Bu sıralamada ilk gelen kişiye ayette belirlenen oranı veriyor, ikinci mirasçıya ise toplam maldan değil, kalan maldan ayette belirlenen oranı veriyor.
Böylece Kuran'ın açık hükmünden kendisi de sapmış, o hak verdiği eleştirilerin hepsine kendisi de maruz kalmış oluyor (Bunu farkedemeyişi çok ilginç bir durum). Ayetlerde örneğin "kocaya malın yarısı, kalan malın üçte ikisi de üç kız çocuğuna" denmiyor ki! Oranlardan bahsederken açıkça ölenin (borçları ödendikten sonra) bıraktığı toplam malı kastediyor.
Neresinden bakarsak bakalım, istediğimiz kadar evirelim çevirelim, sayın Bayındır'ın "müthiş" buluşu da ayetlerdeki hükmü ıskalamakta.
İşin diğer ilginç bir yanı ise: Diyelim ki, sayın Bayındır'ın yorumu doğru ve diyelim ki, sayın Bayındır'ın dediği gibi 1400 yıldır bildiğimiz bütün mezhepler ve bütün islam alimleri bunu anlayamamış ve hatalı uygulamalara gitmiş. Bundan zorunlu olarak şöyle bir sonuç da çıkar: Demek ki, Kuran'ı söyleyen zat, meramını anlatmakta çok başarısız olmuş. Demek ki, üç müstakil ayette uzunca düzenlemeye değer görecek kadar mühim bulduğu bir meseleyi, 1400 yıl boyunca bütün alimlerin, en farklı mezheplerin dahi yanlış anlayacağı ve yanlış uygulayacağı bir şekilde kötü, karışık, yanlış anlaşılmaya müsait olarak ifade etmiş. Oysa (günümüzden veya eski çağlardan) herhangi az çok yetenekli bir hukukçu bu üç ayeti öyle açık seçik kaleme alabilirdi ki, kimsenin kafası karışmaz, en baştan beri herkes sayın Bayındır'ın anladığı şekilde anlar ve uygulardı. Demek ki, Kuran'da mesele o kadar kötü ve karmaşık anlatılmış ki, 1400 yıldır hiçbir alim Allah'ın murad ettiği miras paylaşımını anlayamamış. SayınProf. Dr. Abdulaziz Bayındır'ın kendi anlattıklarından zorunlu olarak çıkan sonuç bu.

(k) Aklın almadığı şeyleri Allah'a havale etmek

İnanan bir insanın, bu gibi akla, mantığa sığmayan durumlarda, üretebildiği bütün savunma taktikleri de çürütülünce, çekileceği son nokta her zaman aynıdır: Allah'ın ilmine ve hikmetine biz akıl erdiremeyiz. Bize inanmak düşer.
Elmalılı M. Hamdi Yazır meşhur Kuran Tefsiri'nde (farklı bir bağlamda da olsa) miras paylaşımı ile ilgili olarak aynen şöyle demektedir:
  • "Şüphe yok ki bu farizaları belirleyen ve size tavsiye eden Allah, ta ezelden beri alim ve hakimdir. Bundan dolayı bunların hepsini, Allah Teala'nın, ilim ve hikmeti ile farz ve takdir buyurmuş olduğunda, dünya ve ahiret fayda ve menfaatinize uygun bulunduğunda hiç şüphe etmeyiniz. Bu paylaşımın doğru olduğunu, noksan aklınız kavramaz da 'kadınlara hiç verilmeseydi veya eşit verilseydi, yahut şöyle olsaydı' gibi düşüncelere saplanacak olursa, onu Allah'ın ilmine havale ediniz ve gereği ile amel ediniz."
    Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, sadeleştirilmiş versiyon, Zehravehn Yayınları, Azim Dağıtım, Nisa/11-12 (Cild 2, S. 526)
Ayetlerdeki miras paylaşımının âdil olup olmaması sorusunda bu tavsiyeye uymak mümkün gözükse de, burada işlenen konuda bu son mevzi bile işlemiyor. Kuran'daki emrolunan payları bölüştürmek bazı durumlarda matematiksel olarak imkânsız. Dolayısıyla aklımızın almadığı bu durumu Allah'ın "sonsuz ilmine" havale etsek de, bu hükümlere göre amel etmemiz mümkün değil. Çünkü ayetlerde açık bir hesap hatası var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder