Kur'an'ın çeşitli surelerinde bölük pörçük olmak üzere Musa ile ilgili olaylar anlatılır. Anlatılırken de Musa'nın Tanrı ile görüşmek üzere dağa çıktığı ve kavminin yönetim işlerini Harun'a (yani kardeşine) bıraktığı ve bu arada İsrailoğullarının Tanrı'yı unutup buzağı heykeline taptıkları hususu ile ilgili bir hikayeye değinilir. Güya Samiri adında bir kişi İsrailoğullarını kandırıp doğru yoldan çıkarmış ve bu şekilde davranmaya sürüklemiştir. Bu hikaye Kur'an'ın A'raf ve TaHa surelerinde olmak üzere iki ayrı yerde geçer.
A'raf Suresi'nde anlatılanlara göre Musa, Tür Dağı'na gittiğinde, kavminin yönetimi işini kardeşi Harun'a bırakır. Fakat kavminin insanları, Musa'nın yokluğunda ziynet eşyası diye ne varsa her şeyi ateşte eriterek bir buzağı heykeli yaparlar ve Tanrı'yı unutup bu heykele tapmaya başlarlar (K. 7, A'raf Suresi, ayet 148). Onları böyle yapmaya Samiri adında biri kandırmıştır. Bunu öğrenen Musa üzgün bir şekilde kavmine dönünce:
"Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız!"
diyerek yakınır ve bütün bunlardan kardeşi Harun'u sorumlu tutar (K. 7, A'raf Suresi, ayet 150). Fakat Harun:
"Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi" (K. 7, A'raf Suresi, ayet 150)
diyerek mazeret diler. Bunun üzerine Musa:
"Ey Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla" (A'raf Suresi, ayet 151)
diye yalvarır. Bunun üzerine Tanrı şöyle der:
"Buzağıyı (Tanrı) edinenler var ya, işre onlara mutlaka Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız" (A'raf Suresi, ayet 152).
Bunun üzerine Musa'nın kavmi, yaptıklarından pişman olup:
"Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka ziyana uğrayanlardan oluruz" (A'raf Suresi, ayet 149)
diye yalvarırlar.
Bu yukarıdaki hikaye, Kur'an'ın diğer bir yerinde TaHa Suresi'nde yine ele alınmıştır. Fakat burada Tanrı, bir ateş başında Musa'yı karşısına alıp ona olan bitenleri anlatmaktadır. Bu surenin dokuzuncu ayetinden yüzüncü ayetine kadar olan kısımda Tanrı Musa'ya küçükken anası tarafından nasıl bir sandığa konularak suya bırakıldığını, Firavun'un sarayına nasıl alındığını, kardeşi Harun ile birlikte İsrailoğullarına nasıl önder kılındığını uzun uzadıya anlatır. Bu arada bir de Samiri adında birinden söz eder. Şu vesileyle ki Samiri güya İsrailoğullarının putperestlik geleneklerini sürdüren bir kimsedir. Halkı Musa ile Harun'un yaymak istedikleri "hak" dininden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Ve işte Samiri adındaki bu kişi, bir aralık Musa'nın Tanrı'dan vahiy almak üzere Tur'a giderken kavminin başına kardeşi Harun'u bırakmış olmasını fırsat bilerek, böğüren bir buzağı heykeli yapar ve halka onun "Tanrı" olduğunu anlatır; başarılı da olur, çünkü halk ona inanmıştır; hem de öylesine ki, çoğu ziynetlerini eritip buzağı heykellerinin yapımına katılırlar (K. 20, TaHa Suresi, ayet 87). Bunu gören Harun, halkı buzağı heykeline tapmaktan vazgeçirmek ister ve şöyle der:
"Ey kavmim! Siz bunun (Samiri'nin) yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz" (TaHa Suresi, ayet 90).
Bunun üzerine halk şöyle der:
"Biz... Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz" (K. 20, TaHa Suresi, ayet 91)
Bu arada Tanrı, olan bitenlere tanık olmakla Musa'ya karşı öfkelenir:
"Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevk eden nedir, ey Musa!" (K. 20, TaHa Suresi, ayet 85)
diye ona çatar. Bunun üzerine Musa üzüntülü olarak kavmine döner ve Tanrı'nın yolundan ayrıldıkları için halkı azarlar (K. 20, TaHa Suresi, ayet 86). Sonra da Samiri'ye dönerek:
"Ya senin zorun nedir, ey Samiri? "
der. Samiri de ona:
"Ben onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak alıp onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi" (K. 20 TaHa Suresi, ayet 96)
der. Anlatmak ister ki Musa'nın yanına gelen Cebrail'in atının bastığı topraktan bir avuç alıp ateşe atmış, yani Tanrı'nın ilham ettiği ilmi, bu şekilde kötüye kullanmıştır (TaHa Suresi, ayet 96)1 Bunun üzerine Musa:
"Defol! Artık hayatın boyunca 'Bana dokunmayın' diyeceksin. Ayrıca senin için kurtulamayacağın bir ceza günü var..." (TaHa Suresi, ayet 97)
l TaHa Suresi, 96. ayetinin açıklaması için bkz. Türkiye Diyanet Vakfı, Kur'an'ı Kerim ve Açıklamalı Meali, s.317.
diyerek Samiri'ye lanetler yağdırır.
Biraz önce belirttiğimiz gibi yukarıdaki ayetlerde geçen Samin'nin kim olduğu hakkında Muhammed herhangi bir bilgi vermiş değildir. Beyzevi gibi ünlü kaynakların yorumlarına göre Samiri, İsrailoğullarının Samire (ya da "Samiriler") kabilesine mensup bir kimsedir. Ne var ki Yahudi kaynakların bildirmesine göre o tarihlerde "Samire" (ya da "Samiriler") kabilesi diye bir kavim yoktur ortada. Daha doğrusu Samirelerin kabile haline gelmeleri çok daha sonraki bir tarihe rastlar. Bazı bilginler (örneğin Şeklen adında yabancı bir yazar), "Samiri" adının İbranice "Shamar" kökünden geldiğini ve "Shamar" sözcüğünün ise "muhafız" (koruyucu) demek olduğunu ve şu hale göre bu adın Harun'a, izafetle kullanıldığını söyler. George Sale gibi bilim adamları, Selden'in bu açıklamasını mantıklı bulurlar, çünkü Musa'nın Tanrı ile görüşmek üzere dağa çıktığı sırada kardeşi Harun'un İsrailoğullarına "koruyuculuk" yapmakta olduğunu belirtirler. Ve o tarihlerde Samirelerin (Samaritanların) henüz kabile halini almadıklarını kanıtlamak üzere, Samiri adının "Samire kabilesine mensup kimse" şeklinde kabul edilemeyeceğini söylerler.2
Hatırlatalım ki Hıristiyanların kitabı olan İncil'de, Samiriyeli lerin isa'yı kendi köylerine kabul etmedikleri yazılıdır (bkz. Luka göre İncil, Bap 9: 52). İncil'in bir diğer kitabında da Samiriye'den bir kadının, kendisinden su isteyen İsa'ya:
"Sen bir Yahudi, ben de Samiriyeli bir kadınken, nasıl benden su istiyorsun?"
diyerek su vermekten kaçındığı anlatılmıştır (bkz. Yuhanna'ya göre İncil, Bap: IV: 78).
Anlaşılan o ki Muhammed, Samiri adını Yahudilerden ve Hıristiyanlardan duymuş ve fakat onunla ilgili hususları değiştirerek ya da yanlış olarak Kur'an'a koymuştur.
***
2 George Sale, The Koran, Translated Into English Fronı the Original Arabie, s.310, Not 7.
Öte yandan Kur'an'ın Enbiya ve Sad surelerinde adı geçen Zii'lKifl konusunda da yanlışlıklar vardır. Öyle anlaşılıyor ki Muhammed'e katiplik edenler ya da Kur'an'ı derleyenler, Zü'1Kifl adının kime ait olduğundan habersizdiler ve muhtemelen Yahudi din adamlarından duydukları bir peygamber adını yanlış telaffuz ederek (örneğin Yeşu ya da Zekeriya adını, Zü'IKifl yaparak) Kur'an'a sokmuşlardır. Nitekim Enbiya Suresi'nde şöyle yazılı:
"(Ey Muhammed!) İsmail'i, İdris'i ve Zii'lKifl'i de (yad et). Hepsi de sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdendi" (K. 21, Enbiya Suresi, ayet 8586).
Sad Suresi'nde de bunun tekrarı var:
"İsmail'i, Elyesa'yı, Zü'lKifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir" (K. 38, Sad Suresi, ayet 48)
İslam bilginleri bu ayette geçen Zü'lKifl adının kime ait bulunduğu hususunda anlaşamazlar. Kimisi "önceki peygamberlerden biridir" der, kimisi "sabreden kullardan biridir" der, kimisi "Allah indinde en hayırlı olarak seçilmiş kişilerden biridir" der. Beyzevi gibi ünlü yorumcular yukarıdaki ayetlerde geçen Zii'lKifl'm Yahudi peygamberlerinden Yeşu, Elias ya da Zekeriya olduğunu söyler. Süyuti gibi yorumcular ise bunun, dinsel görevlere çok bağlı ve devamlı olarak oruç tutan biri olduğunu bildirirler. Mucahid'e isnat edilen rivayette Zü'lKifl, Yahudi peygamberlerinden Elyesa 'nın halefi olarak gösterilir. Bazıları onu Eyyüp Peygamber'in oğlu "Şeref olarak tanımlar.3 Taban ise "Tafsir" adlı yapıtında Zü'lKifl'in peygamber değil "salih bir kul" olduğunu söyler; güya peygamberden birinin işlerini sadık bir şekilde gördüğü için Tanrı'nın rahmetini kazanmıştır.
Fakat her ne olursa olsun bu ad konusunda İslam bilginleri ve yorumcuları farklı ve genellikle yanlış görüşler belirtirler.
3 Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.4103.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder