John Lennon’ın söylediği gibi, dinlerin olmadığı bir dünya hayal edin. İntihar bombacılarının, 11 Eylül’ün, 7 Temmuz’un, Haçlı Seferlerinin, cadı avlarının, Barut Komplosu’nun[1], Keşmir Sorunu’nun[2], Hindistan-Pakistan bölünmesinin, İsrail-Filistin savaşlarının, Sırp-Hırvat-Müslüman katliamlarının ve Kuzey İrlanda sorunlarının olmadığını hayal edin.
Taliban’ın antik heykelleri havaya uçurmadığını, ciltlerinin bir kısmı göründü diye kadınların kırbaçlanmadığını veya kafirlerin ve dinden dönenlerin halka açık yerlerde kafalarının kesilmediğini hayal edin. Yahudilere yapılan eziyetlerin olmadığını, din ortada yokken onların, çevrelerindeki toplumlarda yaşayan yabancılarla evlenecekleri için, aslında eziyet edilecek Yahudi kalmayacağını hayal edin.
Elbette günümüzün dinsel cinayetleri ve işkenceleri, teolojik anlaşmazlıklar tarafından harekete geçirilmiyor. IRA, din değiştirme konusundaki anlaşmazlıklardan ötürü Protestanları öldürmüyor (ve tersi). Güdünün daha çok, kabile intikamları şeklinde olması muhtemel.
Durum, “Onlar”dan biri “Biz”den birini öldürdü şeklindeydi. “Onlar”, “bizim” büyük büyükbabalarımızı ata topraklarımızdan sürdüler. Şikayetler iktisadi ve siyasal; dinsel değil ve kan davaları uzun zaman öncesine dayanıyor.
Ancak bu kabile anlaşmazlıklarının bizzat dinle bir ilgisi olmamasına rağmen, gerçek şu ki, ortada her şeyi dine dayandıran iki kabile var. Hiç şüphesiz, dil veya genetik kökenli kabile farklılıkları var ancak Kuzey İrlanda’da mesele dinden başka ne olabilir? Bu örnek aynı şekilde Hindistan-Pakistan, Sırbistan-Hırvatistan ve Endonezya ve Afrika’nın çeşitli bölgelerine uyarlanabilir. Din, grup kimliği ve düşmanlık açısından dünyanın en bölücü unsurudur. Eğer bir toplum mühendisi, günümüzün çoğu saldırgan husumetini sürdürülebilir kılmak için bir sistem tasarlamak amacında olsa, mezhepsel eğitimden daha iyi bir formül bulamaz. Bütün dinlerin karşılaştırmalı olarak öğretildiği inanç okulları daha iyi olurdu. Ancak inanç okullarının bütün amacı, “bizim” kabilenin çocuklarının “kendi” dinleri tarafından eğitilmesi. Diğer kabilenin çocukları da aynı anda rakip din tarafından, elbette kan davası temelli tarihin rakip versiyonu ile eğitildikleri için, hastalığın seyri tamamen öngörülebilirdir.
Bir çocuğun “kendi” dini neyi ifade etmek ister? Keynes[3] yanlısı bir çocuktan, Hayek[4] yanlısı bir çocuktan veya Marksist bir çocuktan söz etmenin normal olduğu bir dünya hayal edin. Veya İşçi Partili çocuklar, Muhafazakar çocuklar, Liberal Demokrat çocuklar ve Monster Raving Looney Partili[5] çocukların gittiği farklı ilkokullara devlet ödeneğinin aktarılması teklifini hayal edin. Bu küçük çocukların Keynesyen veya Parasalcı, İşçi Partili ya da Muhafazakar olduklarına karar verebilmeleri için ve bu tip etiketlerin yükünü taşımak için çok genç oldukları fikrine herkes katılır. O halde neden tüm toplumumuz küçücük bir çocuğa Katolik veya Protestan, Müslüman veya Yahudi etiketi yapıştırmaktan mutlu oluyor? Şöyle bir düşündüğümüzde, çocuğa karşı bu bir çeşit zihinsel taciz değil midir?
Bir keresinde, Roma Katolik Kilisesi’nin bir kadın sözcüsüyle bir yayında tartıştık. Adını unuttum ancak kendisi bir çeşit danışman köşe yazarı ve Thought For The Day[6]’in ateşli bir destekçisiydi. Bir ilkokul çocuğunun, Katolik mi yoksa Protestan mı olduğuna karar verebilmek için çok küçük olduğunu söylediğimde, saçları diken diken olmuş bir şekilde “Gelin de yerel Katolik Okulumuzdaki çocuklardan bazıları ile konuşun! Sizi temin ederim ki bu çocuklar Katolik olduklarını çok iyi biliyorlar.” dedi. Evet, buna fazlasıyla inanıyorum. “Bana yedi yaşına kadar olan bir çocuk verin, size ondan bir adam yapayım” şeklindeki Cizvit şişinmesi, (çeşitli şekilleriyle) aşina olduğumuz klişelerden biri diye daha az kötü niyetli bir şey değil ki?
Ancak şöyle sorabilirsiniz, ya din gerçekse? (Aslında, “Ya belirli bir din gerçekse” diye sormalısınız; çünkü karşılıklı olarak çelişen inançların tümü doğru olamaz). Elbette, çocuğun ebedi ruhunu kurtarıyorsa dini telkin çocuk istismarı sayılmaz. Kendini beğenmiş küstahlığına rağmen, eğer Tanrı tarafından verilmiş gerçeğe samimiyetle inanıyorsanız, buna nasıl yaklaştığınızı görebiliyorum. O halde, eğer küstahlık saymazsanız, ihtiraslı olmama ve gerçeği bilmediğiniz hakkında sizi ikna etmeme izin verin. Tanrınıza duyduğunuz inanç tamamen yanlış!
Tanrınıza neden inanıyorsunuz? Kafanızın içinde sizinle konuştuğu için mi? Bu kesinlikle sağlam bir argüman değil. Yorkshire Tecavüzcüsünün cinayetleri, kafasının içinde İsa’nın sesini duymasından kaynaklanmıştı. İnsan beyni, tamamlayıcı sanrılar üretir ve bu sanrılar, gerçek dünya hakkındaki inançlarımız açısından iyi zeminler oluşturmazlar. Muhtemelen siz Tanrıya, hayat onsuz çekilemez olurdu diyerek inanıyorsunuz. Bu çok daha zayıf bir argümandır. Belki hayat katlanılamaz bir şey. Çok çetin! Her şey katlanılamaz durumda ama bu, onların gerçek olmadığı anlamına gelmez. Açlıktan ölüyor olmanız katlanılamaz bir şey olabilir; ama siz –ne kadar tutkulu ve samimi olursanız olun- bir taşın, peynirden yapılmış olduğuna inanarak onu yenilebilir hale getiremezsiniz.
Tanrıya inanmanın en gözde nedeni, ihtimalsizlik argümanıdır. Gözlerin, iskeletlerin, kalplerin ve sinir hücrelerinin şans eseri meydana gelmesi, fazlasıyla olanak dışıdır. İnsan yapımı makineler de olanak dışıdırlar ve belli amaçlar için mühendislerce tasarlanmışlardır. Şüphesiz her aptal, böbreklerin, ve kanatların, kulakların ve kan hücrelerinin de belli bir amaç için, Efendi bir Mühendis tarafından tasarlandığını görebilir. Evet, belki her aptal bunu görebilir ama artık aptalı oynamayı bırakıp büyüyelim. Charles Darwin, tartışılabilir olması bakımından insan aklına gelebilecek en zekice fikrin ne olduğunu bizlere sunalı 146 yıl oldu. O, herhangi bir tasarımın yer almadığı, doğal kuvvetlerin oluşturduğu, yavaş işleyebilen, aşamalı derecelerden oluşan ve karmaşıklığın neredeyse sınırsız düzeylerine ulaşan, çalışan bir süreci gösterdi.
Konuyla ilgili kitaplar yazdım ve açıkçası tüm argümanı böyle kısa bir makalede tekrarlayamam. Anlaşılması için iki ana hat sunayım. Birincisi, doğal seçilim hakkındaki en yaygın safsata, bunun şans teorisi olarak gösterilmesidir. Eğer doğal seçilim gerçekten bir şans süreci olsaydı, şurası çok açık ki, tasarım yanılsamasını açıklayamazdı. Ancak doğal seçilim düzgün anlaşıldığında, şansın karşı tezidir. İkincisi, doğal seçilimin Tanrıyı gereksiz kıldığı, ancak Tanrının varlığına tamamen açık bir olasılık bıraktığı sıklıkla söylenir. Bence daha ileriye gidebiliriz. Geleneksel olarak Tanrının lütfundan gelen ihtimalsizlik argümanı, usa vurduğunuzda, Ona karşı en güçlü argüman olarak ortaya çıkar.
Darwinci evrimin güzelliği, yüksek ihtimalsizliği aşamalı derecelerle açıklamasıdır. İlkel bir sadelikten (görece anlaşılması daha kolaydır) başlar ve anlaşılabilir küçük adımlarla, kademesiz bir süreç açısından ciddiye alınamayacak kadar ihtimal dışı olan karmaşık varlıklara doğru geliştirir. Tasarım, bu veya başka bir gezegende, ancak tasarımcının kendisi de doğal seçilimle ilerleyen evrim gibi bir sürecin ürünü ise gerçek bir alternatiftir. Fakat onlar da eninde sonunda kademeli ilerleme ile açıklanabilir olmalıdırlar. Başlangıçtan beri tanrıların var olduğu düşüncesi, İhtimalsizlik Argümanı tarafından bertaraf edilir, hem de bir anda ortaya çıkan gözlerden ve dirsek eklemlerinden bile daha fazla.
Dinsel inanç, sadece bu dünyadaki kötülüklerin ana kaynaklarından biri değildir. Onun salt temelleri, bilimsel akıl tarafından zayıflatılmış ve reddedilmiştir. Kimsenin bu tarz düşünceleri izlemekten korkmadığı bir dünya hayal edin, düşünceler hangi sonuçlara götürecek olursa olsun.
[1] Yazar burada, 5 Kasım 1605’te bir grup yönetim karşıtı İngiliz Katolik tarafından, İngiltere Kralı I. James ve diğer aristokratları öldürmek amacıyla yapılan Parlamento Binasını havaya uçurma girişimine gönderme yapıyor. Robert Catesby ve Guy Fawkes’in önderliğinde yapılan ve “Barut Komplosu” olarak adlandırılan eylem başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Her yıl 5 Kasım gecesinde, Birleşik Krallık ve Krallığa bağlı eyaletlerde, Kraliyet öncülüğünde, komplonun başarısızlığa uğratılması şenliklerle kutlanır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. http://tr.wikipedia.org/wiki/Barut_komplosu (Ç.N.)
[2] 1947’de Pakistan ve Hindistan arasında başlayan sorun. (Ç.N.)
[3] John Mynard Keynes (1883-1946), devletin ekonomiye müdahale etmesini savunan Britanyalı İktisatçı. (Ç.N.)
[4] Friedrich August von Hayek (1899- 1992), serbest piyasa düzeninin felsefi savunucularındandır. (Ç.N.)
[5] Monster Raving Looney Party, müzisyen ve politikacı David SUTCH tarafından 1983’te Birleşik Krallık’ta kurulan, kayıtlı bir siyasal partidir. Ayrıntılı bilgi için bkz.http://en.wikipedia.org/wiki/Official_Monster_Raving_Loony_Party (Ç.N.)
[6] BBC Radio 4’te yayınlanan bir program. (Ç.N.)
metnin orijinali: http://richarddawkins.net/articles/1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder