5 Aralık 2011 Pazartesi

Jon Nelson: Bilim ve Din Arasındaki Farklar


Modern inançlı kesimin en önemli mazeretlerinden biride, din ile bilimin karşılıklı bağdaşabildiğidi ve bilimin buluşlarının dinlerin çeşitli iddialarını kanıtladığıdir. Tabıkı bilimin bulgularının, inancı kanıtladığını iddia eden kimselerin, çeşitli yollardan yine sadece kendi inançlarını doğruladığına şaşırmamak lazım.
Bu iddiada bulunan eden kimseler, bu şekilde bilim ve bilimsel metodlara başvurduklarını ısrarla belirteceklerdir. Mevzubahis kimselerin ikiyüzlülüğü, şu basit soruyu sorarak ortaya çıkartılabilir: "Dininizin doğru olmadığına ikna olmak için, ne tür bir bilimsel yahut rasyonel delili kabul ederdiniz?"
Mısırolog Gerald Massey birkeresinde söyle demişti; "Otoriteyi gerçek olarak kabul etmiş kimseler için, gerçeği otorite olarak kabul etmek daha zor olmalı." Bu inancın türüne göre kısmen doğrudur, dindar kimseler ve bilimadamları için muhakeme perspektifleri tamamen farklıdır. Bilimadamı bilimsel olarak bilinen yöntemlere güvenir. Bu yöntemler bilgiyi doğrulamak için mantığa yatkın olan yöntemlerdir, bunun en basit sebebi, bilimsel yöntemin kendi kendini doğrulayabilen bir imkan ihtiva etmesidir. Diğer bir deyişle, bilimsel bir teori, delilin onu desteklediği kadar doğrudur. Bilimadamları önceden belirlenmiş fikirlerle düşünmezler.

Bilimsel yöntemde, bilimadamı belirli bir fenomeni gözlemler ve bunun altında yatan gerçeği sorar; bu baktığımız şey nedir ve bunun verdiği tepkinin sebebi nedir. Birkaç akla yatkın fikri değerlendirdikten sonra, duruma en yakın açıklamayı getiren hipotezi bulur. Doğru olduğuna kanaat getirilen hipotez belirli deneyleri geçmek zorundadır. Testler tekrar edilebilir olmalıdır. Eğer testler de hipotezi doğrularsa, hipotez teoriye dönüşür. Hipotez, birçok yaratilişçi ve bilim karşıtının söylediği gibi kör bir tahmin değildir; özenli araştırma ve deneylerin bir sonucudur. Eğer teori yalanlanamazsa, kabul edilir ama kesinlikle mutlak bir doğma olarak dayatılmaz; bütün bilimsel teorilerin öznesı, tekrar gözden geçirmek, değiştirmek ve yeni deney ve bulgular doğrultusunda gerekirse değiştirmektir.

Bu yöntem dinin yöntemlerinin tam zıttıdır. Dini inanç sahipleri bu konuda doğuştan tamamen sübjektiflerdir; onlar tanrının ya da imanlarının varlığını hassas deneyler ve bilimsel yolla ispat etmezler, bunun yerine inançları ile ispat ederler. İnanç, inananlar tarafından üzerin yığılmış övgülere karşın, bir fikri herhangi nesnel delil olmadan kabul etmekten ibarettir. Fiiliyatta, inanan kimseler inanmak istedikleri seyin doğru olduğuna kendi kendilerini ikna ederler. İkna olmuş halde, bilimsel bulguları araştırmak suretiyle önceden tasarladıkları inançlarını doğrulayan belirli deliller arayarak, inançlarına entellektüel bir temel oluştururlar.

Bu bilimsel yöntemin tam tersidir. Bir inanç yükselmesi meydana getirdikten sonra inancını doğrulamayan fikirleri değerlendirmeyi reddetmek (malesef inançlı kesimlerin, genelde inançlarını rasyonel bir hale getirmek etmek için kullandıkları yöntem budur) sadece bilime değil, genel olarak mantıklı düşünme yöntemine de karşı bir kin meydana getirir. Dininin buyurduklarını koşulsiz kabul eden kimseler için doğru olan, gerçek koşullar ile en çok uyuşan değildir, aksine kendi dinleri ile en çok uyuşan koşullardır. Ateistler tarafından çokça dile getirildiği gibi bilimde, birtakım gerçekler teoriyi yalanlarsa teori ortadan kaldırılır. Buna karşın dinde, eğer birtakım gerçekler teoriyi yalanlarsa, gerçekler ortadan kaldırılır. Bu nokta ortaya koyuyor ki, birçok dindar kimseler, gerçek olan yerine dinlerini üstün tutmuşlardır.

Hiçbir din kanıtlanabilir gerçeklere dayanan bir temele sahip olmadığı için, doğal olarak dinleri doğrulayacak herhangi nesnel bir delil de mevcut değildir. Birçok modern dindar mazeretçiler bütün dinlerin aynı gerçeklere işaret ettiğinde ısrarlıdırlar, bu gerçeklere dayanan bir durum değildir. Eğer bu durum hakikaten böyle olsaydı, dinlerin tarihleri bu kadar kanlı olmazdı.

Bazı psikolojik etkenleri de değerlendirmek gerekir. Dinler nesnel olarak kanıtlanamadığı için, iki ayrı dine mensup insanların aralarındaki farklılıkları çözmek için başvurabilecekleri tek yöntem şiddet olmuştur. Akla olan kin burada büyük önem taşır. Çeşitli dinlerin liderlerine ait tarihi yazıtların özüne inildiğinde hepsinin de sonuç olarak aynı noktaya işaret ettiğini görürüz. Çok eski zamanlardan beri, bu adamlar (dinlerin liderleri olan kimseler) insan aklına karşı isteksiz bir tolerans göstermek konusunda ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve en kötüsü (daha çok) ona karşı bir kin oluşturdular. Martin Luther, dini liderlerin dogmatik görüşlerine eleştirel yaklaşan tek kişiydi, bunu su ifadesinden anlıyoruz; "Gerçek inanç sahibi bir kimse, akla sahip olduğu için gözleri kör olana kadar gözyaşı dökmelidir. Hernasılsa, bizler düşünen hayvanlarız. Düşünmek, denemek ve sorgulamak bizim doğamızda var.Dolayısıyla mantığa dayanmayan bir fikrin yaşamasını sağlamak üzere; bilgi arayışı, en azından dinsel inanç alanındaki bilgi arayışı yerine, inancı gerekçelendirme ve destek olma arayışı ikame etmelidir."

Bu yapıdaki kimseler için, bilim onların inancını doğruladığı oranda yararlıdır. Yaratilişçilik da kısmen ilginç bir fenomendir. Charles Darwin'ın evrim teorisinin ortaya atıldığı yıllardan beri, birçok inançlı kimse önün teorisine saldırmak için elinden geleni ardına koymadı. Bunlara rağmen, Evrim Teorisinin modern biyolojinin bir mıhenk taşı olduğu bir gerçektir ve bunun dışında kalan görüşlerin hiçbir değeri yoktur.

Yaratilişçiler sıklıkla bakış açılarının bilimsel olduğunu dayatırlar. Onlar katı dini görüşlerini, evrim ve yaratilişçilik konusundaki benzeri katı bakış açıları ile ortaya koyarlar. Evrim'in doğru olduğu ihtimalini asla akıllarına getirmezler. Evrime karşı geliştirdikleri savunma amaçlı rasyonel düşüncelerini çürütmeyi denemezler. Bu bize, sözkonusu yapıdaki kimselerin kendilerini motive etmek için başvurdukları psikolojik makyajı, bir kere daha gözler önüne serer.
Bir çok inanç sahibi kimse, bilimin bulgularının sürekli değişmesi, dinin ise sadece bir kesin gerçeği dayatmasından oturu, din kavramının, bilginin nihai bir halı olduğunu söyler. Bu çok kolay çürütülebilir. Eğer inançlardan biri doğru işe, bunun akabinde mantıken, herbiri gerçekleri faklı ifade ettiği için, diğer dinlerin sahte olduğu sonucu çıkar. Bu sebeple hiçkimse belirli bir dinin, kesin doğruya vakıf olduğunu iddia edemez.

Dahası, insan aklının yaptığı bir hata herzaman düzeltilebilir, ama kör inancın yaptığı hata düzeltilemez olduğu gibi itiraf bile edilemez.

Kısacası, dini inanç doğruyu yanlıştan, diğer bir deyişle iyiliği şeytandan ayırma yeteneğimizi yokeder. Bu sebeple, inancın içerisinden bunca şeytanı kişiliğin çıkmış olmasına şaşmamak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder