5 Aralık 2011 Pazartesi

Radikal İslam'ın Demografisi


(23 Ağustos 2005 tarihli Online Asia Times dergisinde çıkan Spengler imzalı bir yazı.)
Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce askeri uzmanlar, demografi (toplumsal istatistik) tabloları kullanarak, askerlik yaşındaki kaç tane erkeği otomatik silahların başına sürebileceklerini hesaplayarak planlama yapıyorlardı. Bu yüzden Fransa, durgun nüfusunun Almanya'yla ilerde savaşmaya yetecek bir asker kuşağı yetiştiremeyeceğini düşünerek bir erken savaşı tercih etmişti. Bugün demografik tabloları sadece İsrail'in askeri uzmanları kullanıyor; gelecekteki muhtemel Yahudi çoğunluğunun olacağı sınırları belirlemek için.
Demografi, farklı bir tarzda olsa da hala hayati stratejik bilgiler içermekte. Bugünün İslamik düşünce tarzı 1914'ün Fransız askeri uzmanlarınınkine benziyor. İslam, demografik bariyerlere çarpmadan önce global bir teokrasi kurabilmek için bir kuşağa sahip. Önümüzdeki 30 yıl boyunca bir savaşta çarpışabilecek yeterli genç erkeğe sahip – işsiz Arap sayısının 2010 yılında 25 milyona varması bekleniyor-. Batı Avrupa'ya kitlesel bir göç olduğu için, savaş en ağır biçimiyle Avrupa topraklarında yaşanabilir.
Müslümanlar, nüfus artış oranları ile bugün, dünyada ikinci sırada(Orta Sahara –Afrika’dan sonra) yer almalarına karşın, bu oran diğer bütün toplumlardan daha hızlı şekilde düşüyor.En son BM tahminlerine göre, 2050 yılında, Müslüman dünyasının nüfus artış hızı, ABD'ninkine yaklaşacak.
(Avrupa ve Çin'den çok daha fazla olmasına karşın-çevirenin notu: ABD'nin nüfus artış oranı Avrupa'ya oldukça yüksek)


Nüfus artış oranındaki yavaşlama, İslam dünyasının üzerindeki modern etkilerin artışının ifadesi. Daha önceki bir çalışmamda gösterdiğim gibi (Death by secularism: The statistical evidence, August 1, 2005), okur-yazar oranı, özellikle kadın okur-yazarlığı, modernleşmemiş toplumlardaki yüksek doğum oranı ile, endüstrileşmiş toplumlardaki düşük doğum oranları arasındaki farkını açıklar.

Dünyanın en düşük okur-yazarlık oranına ve en yüksek nüfus artış oranına sahip olan Müslüman dünyası açıkça bu durumdadır. Tek başına okur-yazarlık bile, Müslüman ülkelerin arasında doğum oranlarındaki % 58'lik değişimi açıklar.

Şehirleşme, okur-yazarlık ve modern dünyaya açıklık, radikal tedbirler alınmasa bile eninde sonunda Müslüman doğurganlığını azaltır. İslam dünyasından yazarlar olan Suha Taji-Farouki ve Basheer M. Nafi'nin ‘Modern İslami Düşünce’ üzerine yazılarından oluşan derlemenin yeni cildinde şöyle bir gözlem yapıyorlar: '20. yüzyıl İslami düşüncesi, içsel olarak oluşmuş olan kültürel gelenekler içersinde bir gelişmeden daha çok, büyük ölçüde dışsal tehditler yanıt verme temelinde bir karşı tepkidir.' [1] Bu tehditler Müslüman yaşamın değişiminden kaynaklanmaktadır:
  • 1900'lerin Ortadoğu'sunda halkın %10'undan daha azı şehirlerde yaşıyorken, 1980'de bu oran % 47'ye yükseldi. 1800'de Kahire'nin nüfusu 250.000 iken 20. yüzyılın başında 600.000'e yükseldi. Kırsal alanlardan şehre doğru yaşanan eşi benzeri görülmemiş göçmen akını, Kahire'nin nüfusunu 8 milyona çıkardı. Kitlesel kentleşme, yaşam, iskan, mimari, insan ilişkileri, ticaret, istihdam, tüketim kalıplarını, aile yapısını ve sosyal hiyerarşiyi değiştirdi.


Müslüman nüfus artışı oranındaki keskin düşüş, geleneksel toplumların aşırı kırılganlığını gösterir. İslami söyleme çevrilirse (tekrar Taji-Farouki ve Nafi'ye başvurursak) şöyle denebilir:
  • Amerikan popüler kültürünün durdurulamaz görülen tacizleri, tüketim biçimi ve Amerikan evrensel haklar ve özgürlükler söyleminin açık ikiyüzlülüğü yüzünden, bir Müslüman’daki saldırıya uğramışlık ve haklarının çiğnendiği duygusu daha da kabarır. Bu aynı zamanda dünyadaki eşitsizlikler konusundaki hissiyata karşı Batı'nın körükle gitmesidir. [3]


Hızlı şehirleşmenin her zaman büyüyen acılar ürettiği kesin. Britanya, işsiz nüfusunu Amerika'ya sonra Avustralya'ya ve hatta bütün İskoç köylerini gemilerle Kanada'ya gönderip 'temizleyerek' başka yerlere aktardı. Fakat Britanya'nın şehirleşmesi, hızlı ekonomik büyüme ve hayat koşullarının düzelmesi dönemiyle çakışmıştı. Arap dünyasının şehirleşmesi ise sadece şehir yoksullarından oluşan, ilerlemeyen, gelişmeyen bir havuz yarattı. Ekonomist dergisinin Birleşmiş Milletler 2002 Arap Gelişme Raporu'nu özetlediği yazıda belirttiği gibi:
  • Beş Araptan biri günlük 2 doların altında bir parayla yaşıyor. Son 20 yıldaki kişi başına gelir artışı, yıllık % 0.5'lik bir oranla, Afrika'nın orta Sahara bölgesi dışında dünyanın bütün bölgelerinden daha azdır. Rapor, bu gelişme hızıyla bir Arabın gelirinin iki katına çıkabilmesi için 140 yıl gerektiğini, halbuki bu hedefin dünyanın bazı bölgelerinde 10 yıldan daha az bir zamanda elde edildiğini belirtmektedir. Yavaş büyüme, hızla artan nüfusla birlikte ele alındığında istihdamın erimesi demektir. Zaten 12 milyon kişi, çalışabilir nüfusun % 15'i işsizdir ve bu eğilim sürerse 2010 yılında bu rakam 25 milyona yükselecektir.


Endonezya'yı hariç tutarsak, Müslüman dünyadaki okur-yazarlık oranı % 53, Çin'de ise % 81 civarındadır; Araplarda ise sadece % 50. Nüfusun sadece % 1'i kişisel bilgisayara sahiptir. Şu anda Finlandiya'nın ihracatı düzeyinde ihracat yapan (petrol karı) Arap dünyasının, Çin, Hindistan ve Asya'nın diğer ülkeleri ile dünya ürün ve hizmet pazarında rekabet edebileceğini beklemek bir hayaldir.

Müslüman nüfusun tepe noktasına çıkmasına benzer şekilde, doğanın Araplara bağışladığı petrol de azalmaya başlayacaktır. Amerikan Enerji Dairesine göre, geleneksel petrol üretimi şu andaki % 2'lik büyüme hızıyla 2050'den önce tepe noktasına varacaktır.


Kısacası, yarım yüzyıl sonra İslam dünyası, modern dünyadan kendi aleyhine dengelerin değişmesini bekleyebilir. Şöyle ki; Arap dünyası şu anda, iki alanda ihtiyacından fazlasına sahip: petrol ve insan.Yüzyılın ortasında bunların ikisi de azalacak. Fakat ortada 25 milyon boşta gezen genç erkek olacak. Bu insanları doğru yerlere kanalize edemeyecek hiçbir lider iktidarda kalamaz.

Bu 25 milyonun hepsinin suikast bombacıları olacağı elbette söylenemez, ama bunların büyük kısmı nüfusu durma hatta gerileme noktasına gelen Avrupa'ya, buna Doğu Avrupa da dahil, göç edecekler. Müslüman nüfusun, Batı Avrupa’da bir üstünlük sağlaması kesinlikle olası bir sonuçtur.


Notlar:
[1] Suha Taji-Farouki and Basheer M. Nafi, Islamic Thought in the Twentieth Century (Tauris: London 2004), p 9
[2] Ibid, p 2
[3] Op cit, p 14
[4] Economist, July 4, 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder